Kayıtlar

Nisan, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Gri

Resim
Havaalanı tuvaletinde cep telefonumu unutmuşum, klozette oyun oynayanlardanım imkân varsa daha çok okurum aslında… Şu cebe sığan kitaplardan edinmeli! Arkadaşın telefonundan beni aradık bir adam açtı! Bagaj kabuldeymiş, gittik aldık! Tuvalette bulduğu telefonu neden alır insan? Güvenliğe veya oralarda görevli birilerine teslim etmek için mi? Etmemişti oysa! Niyeti farklı olsa kapatabilirdi… Belki kapatmaya zamanı olmadı. Şu telefonu alan adam, iyi mi kötü mü? Ya telefonu unuttuğumu daha geç fark etseydim. Ya o uçağa binmiş olsaydı. Adamın iyi olduğunu düşünmek istiyorum yoksa telefonu neden açsın! Olay, neye inanmak istediğin ile ilgili aslında… Biri çıkar, aldatıldığını söyler… Zamanında başına gelmiştir, “olamaz, yapmaz” dersin içine de bir kurt düşer, kemirir kemirir, takip etmeye başlar, gözünle görene kadar inanmamak için elinden geleni yaparsın! Hoş bazen kendi gözüne bile inanmaz kulp bulursun, “ benzettim” dersin “ bu saatte işte, bana

Kahverengi Güvercin

Resim
Sağ tarafımda dar, uzun, suların kaynar gibi fokurdadığı bir havuz var… Asırlık çınar ağacının böğründe tahtadan güvercin yuvası… İsmini bilmediğim rengârenk çiçekler… Öğrenemedim, tanıyamadım şu çiçekleri ya! Bir çay içimlik vaktim var, hepsi o kadar… Zamanım olsa… Zamanım olsa; bu park keyifli olmaz, ağzıma bir parmak bal çalmazdı… Üçüncü çaydan sonra sıkılır, hesabı öder giderdim… Ali Rıza Bey’in işe gitmeden önce okuduğu kitaplar gibi… Güvercinlerin hepsi beyaz olunca kahverengi olan daha bir dikkat çekiyor… Farkında sanki! Yürüyüşü, duruşu bile değişik… Bıyıklı, göbekli, ayakkabılarının ökçelerine basmış beyaz çoraplı baba, elinden tuttuğu oğluna parmağı ile kahve renkli olan güvercini gösteriyor… Serseri bir kedi var… Sinsi! Gözleri güvercinlerde, sinmiş fırsat kolluyor… Yanından geçer gibi yapıp kuyruğuna basıyorum kedinin! Bir zamanlar padişahların sabah yürüyüşlerine çıktığı tıkırtılı yoldan emekli sütçü beygirlerinin çektiği ağzına ka

Yazara şaire özenmem!

Resim
Yaşlanıyorum! Son birayı sürekli buzlukta unutur oldum! &&& Hafta sonu mümkünse çıkmamaya çalışıyorum, ekmek yoksa sabah fırına oradan bakkala gazete almaya, doğru eve… Aldığım gazeteyi de okumuyorum! “E o zaman neden alıyorsun” diye soracaksın? Alışkanlık! Hafta sonu gazete alınır ya, ondan… &&& Mümkün olsa da hiç çıkmasam! Evden yapabileceğim bir işim olsa… Mesela… Sıkılır mıyım? Alsam başımı başka bir köye ( köy yazmak geldi içimden)…Şöyle küçük bahçeli bir yer… Meyve ağaçları, köpek kulübesi, kümes, tavuklar… Rahmetli babaannemin amerikan ördekleri vardı, kocaman yumurtaları olurdu mübareklerin kovalayınca uçarlardı da… Evin kocaman tek bir odası olsun… Yatak odası, oturma odası, misafir odası, mutfak hepsi o. Tarlalara ve dut ağacına bakan pencerenin yanına koyardım masayı, buzdolabı hemen ulaşabileceğim yerde, dutlar kırmızı karşılıklı iki kütüphaneli arada kocaman cam… Cam olmasın parmak izi kalıyor ! İki kütüphanelini

Denk geliyor

Resim
Yazınca inanmayıp “sana mı denk geliyor” diyorlar… Aynen öyle oluyor! Bugün alışveriş merkezinde masaj koltuğuna, ayakkabılarını çıkarıp oturanını gördüm! Titreşimle, masajdan aldığı hazla,  ayak başparmaklarını oynatışını görmeliydiniz! Geçenlerde Edirne’de Saraçlar’ın girişinde, bankamatiğin önünde sıra bekliyorum bir taraftan yağmur çiseliyor, cebimde harçlığım olsa bir dakika durmayacağım ama ah şu parasızlık! Önümde kasketli bir ağabey var… Sıra ona geldi, kartı makineye sokması ile makinenin kartı yutması bir oldu… Eli ayağına dolaştı, telaşlı hareketlerle telefon etti hemen… Teselli ihtiyacı hissettim; “ kartın süresi bitmiştir ondan yutmuştur” dedim… Kartı ben yutmuşum gibi baktı ağabey… Sustum! Tahmin ediyorum telefondaki mekanik sesin şu tuşa bas, bu tuşa bas deyişine çıldırdı adam; “A.... kodumu robotu!” dedi… Korkudan gülmemi yuttum! Bardak şeklinde karton kutunun içerisine doldurulmuş tavuk parçalarını öğle yemeği niyetine mideye indiriyorum…

Köprüde olta atmam ben!

Resim
Köprüye gitmem ben… Ya bir, bilemedin iki defa gittim, kalabalıktı, olta atmaya yer yoktu… Köprüden geçenlerden ve balıkçılardan akıllarına her geleni isteyen, bulut gözlü tinerciler vardı… Bunlara neden kimse sahip çıkmıyor diye şaşmıştık… Kimle idim? Unuttum… Hakikaten unuttum… Yalnızdım! Şişli’de bir iş görüşmesine gitmiş, taksiye binip Taksim’e gelmiş, İstiklal’de avare avare dolanmış, Çiçek Pasajı’nda Kimene’de demlenmiş sonra dar sokaklardan Galata’dan… Kule var diye Galata mı o semtin adı? Köprüye inmiş… Sahi yolun köprüye inmesine şaşmıştım! Laf aramızda Şişli’den Taksim’e taksi ile mi gelmiştim onu da hatırlamıyorum, yazıverdim öyle… Görüşmede mini etekli bir kadın vardı, siyah çorap giymiş, bacak bacak üzerine atmıştı… Ayakkabıları topuklu idi… Taksiyi hatırlama… İş, kadının bacaklarına gelince? Yüzü yok kadının, bacakları var! Sığır gibi baktım mı acaba? Zaten almadılar beni! O gün için almadılar… Bir vakit sonra telefon ettiler, o kad

İnsanlık öldü mü kalbi atıyor mu?

Resim
Orada olabilirdim… Hani şu Galata Köprüsü’nde balık tutarken kalp krizi geçiren balıkçının yanı başında! Dakikalardır “ Köprüde ölen balıkçıyı kimse umursamadı! ” başlıklı haberin fotoğrafına bakıyorum… Kovasında sadece bir tane balık varmış! Bir olta, bir balık, bir ölüm! 53 yaşındaymış ve Galata Köprüsü’ne yıllardır gelirmiş Cevdet Özkan… Bugün son defa gelmiş, oltasını boğazın koynuna maviliğe atıp beklemeye başlamış, tanıdıkları varmış etrafta merhaba’lar rasgelesin’ler, köprünün korkuluklarına dayadığı kamış öne doğru çekilince heyecanlanmış, günün ilk, ömrünün son balığını çekmiş, kovaya atmış… Cevdet ağbi ünlü bir adam olsaydı ve kendisi ile pazar günü gazetenin ekinde yayınlanacak bir röportaj yapılsa ve sorulsaydı; “ Sayın Özkan nasıl ölmek istersiniz?” “ Yıllardır yaptığım gibi köprüde balık tutarken” derdi… Öyle bir hastalıktır şu balıkçılık… Tedavisi yoktur!   Dünyanın bir ucundan Türkiye’ye İstanbul’a gelmişsiniz, turistsiniz, fotoğraf makine

Su gibi, inci gibidir yazı…

Resim
“ Usta’dan bir başyapıt!” Usta! Bir insana kaç kişi “usta” derse usta olur? Ölçüsü nedir? Yazar, yazan yokluğu da yok üstelik…O zaman bu adam niye…? Niyeyse niye... Anlamadığımızı sevmeyi, övmeyi marifet sayıyoruz… Yermeye, eleştirmeye kalksan, okurları, okuru olduğunu iddia edenler ve de şakşakçıları “senin aklın ermez” deyip çıkacaklar işin içinden ve güya anladıkları için böbürlenecekler… Elli sayfa okudum, inatla hem de, açlıkla… Aklımda ne kaldığını sorun bakalım… Hiç! Hiç bir şey… E o zaman neden okudum? Meraktan… Yıllar önce kendini mühim sanan bir adamın koltuğunun altında görmüştüm o yazarın kitaplarını o nasıl kasıla yürüyüştü öyle… Hatırımda kalmış… Adam; “ benim gözümde ilkokul öğrencisisin” demişti… “Ulan sen kimsin ?!” diyememiştim. Neden? Bilmem! Bulaşmak istememişimdir… Ciddiye almamış olabilirim… Korktum mu acaba? Neyinden korkacağım yahu… Ufarak bir adamdı, gözleri de iyi görmüyordu üstelik! O da yazardı! O zaman adamın ya

Meşe palamutlarını sakladığım yer

Resim
Çıplak ayaklarımla bastığım çimenler, gece boyunca gök gürültüleri ve şimşekler eşliğinde yağan yağmuru anımsatıyor… Gecenin bir yarısı kalkarsınız, yatak odasının penceresinden perdeyi aralayıp dışarıya bakarsınız… Aklınız saate kayar, sabaha daha çok vardır… İç huzuruyla yorganı başınızın üzerine çeker, gök gürültüsünden, şimşeklerden korktuğunuz çocukluk günlerinize döner, cama vuran yağmur damlalarını ve rüzgârın sesini dinlerken uyuya kalırsınız… Veya kötü bir güne uyanacağınızı bilirsiniz, zaman geçmesin, saat dursun yıllarca o huzur dolu yorganın altında kalıp orada, öylece, can vermek istersiniz… Oltam elimde dereye inen patikada yürüyorum… Bulutlar nazar boncuğu, güneş göz kamaştırıyor… Uzun, sıkıcı geçen kış aylarına inat ısıtıyor da üstelik papatyalar, gelincikler, yeni sürülmüş tarlada sabah kahvaltısını arayan bir başına leylek… Tüyleri siyah, küçük bir köpek dolaşıyor bacağıma… İki ineği önüne katmış, çıkını omzunda kasketli bir adamla selamlaşıyoruz; “

Memleketimizin Bu Güzide İnsanı Yana Yakıla Ne Arıyor?

Ahanda ben! Bu videoyu izlediğim anda nöbetçi eczane aradığım gece aklıma geldi! Ben izlerken çok güldüm çünkü hakikaten biz erkekleri yansıtıyor! Oldukça eğlenceli! Filmdeki adam evden ilk çıkışında çok heyecanlı, sanırım fiziksel aktivite içine girecek onun için bir şeyler arıyor olabilir. Siz anladınız onu. Yuh artık çapkınlık için nöbetçi eczane ararken polise de yakalanılır mı? Sonunda da kız adamın elinde öksürük şurubunu görünce nasıl bir hayal kırıklığına uğramıştır tahmin edebiliyorum. Tavsiyemdir izleyiniz. http://www.alevlendirir.com/ Bir bumads advertorial içeriğidir.

Olur ya

Resim
Yıllardır hayalini kurduğunuz Ege’de küçük bir balıkçı kasabasına atmışsınız kapağı, mütevazı, sundurmalı, üç odalı bir de ev bulmuşsunuz… Dört beş masalı bir balık lokantası açmışsınız, sabahları halden tazecik balıkları alıp geliyor, ütülü beyaz önlüğünüzle ızgaranın başında müşterilere siz pişiriyorsunuz… Rakınız her daim elinizin altında… Plaktan Türk Sanat Müziği dinliyor, akşamüstleri, asmanın altına yaptığınız çardakta güneşin batışını ritüele çeviriyorsunuz… Sokak kedileriniz bir de cinsini bilmediğiniz yavru köpeğiniz var. Bu yaştan sonra çakıl taşı koleksiyonu yapmaya ve boyamaya başladınız… Şiir yazıyorsunuz, şairliğe soyundunuz üstelik! Sabahları erkenden kalkıp uzun yürüyüşler yapıyor, kahvaltıda üzerine sürdüğünüz tereyağının kaybolduğu kızarmış ekmekleri mideye indiriyor, bıkana kadar gazete okuyorsunuz… Cep telefonunuz, arayanınız soranınız, ödemek zorunda olduğunuz krediniz, borcunuz, harcınız yok! Dünyadan, Türkiye’den bihabersiniz! Mehtap ge

Sanat Küçük Kalplere Dokunuyor

Resim
Sanat, tıp ve iş dünyası, kalp hastası çocuklar için el ele veriyor. Ünlü ressam Renée Niklan’ın 17 eseri, 10-14 Nisan tarihlerinde Ekavart Gallery’de sergileniyor. Ekavart Gallery nerede diyenlere, işte adres:   The Ritz-Carlton Hotel, Süzer Plaza, No: 15, Gümüşsuyu-İstanbul. Sergi, çarşamba-cuma günleri 11.00-18.30, cumartesi günü ise 12.00-18.30 saatleri arasında gezilebilir. Bu serginin diğerlerinden farkı ne derseniz, salt bir resim sergisi olmanın ötesinde bir kurumsal sosyal sorumluluk projesi niteliği taşıdığını söyleyebiliriz. Sergideki eserlerin satışından elde edilecek gelirin tamamı, gelişmekte olan ülkelerde doğuştan ya da sonradan kalp hastası olan çocukların tedavi edilmesi için kullanılacak. Tedavileri, bu işe gönül vermiş bir avuç tıp insanının kurduğu Herkes İçin Kalp Derneği ( www.cptg.ch ) gerçekleştirecek. Dernek, modern tıbbın sunduğu olanaklardan yararlanamayan bu çocukların İsviçre’de ya da kendi ülkelerinde ücretsiz tedavi olmalarını sağlıyor. Ne yazık ki

Para yokken herkes kardeş!

Resim
Günden geriye; isminin Ali olduğunu öğrendiğim mahalle bakkalı kaldı aklımda… Otuz yıllık bakkalmış! Hani o çocukluğumuzda kalan; leblebi tozu, çatapat, topaç satılan bakkallardan… Plastik toplar, kocaman renkli bir filenin içerisine doldurulmuş çocukları bekliyor, tanesini 1 liraya satıp 25 kuruş kazanıyormuş Ali bakkal… “ Bereket versin” diyor… “ Alamazdık” diyorum topları işaret ederek… Yaşımı soruyor, “ kırkı devirdik, kırk bir” diyorum… Aramızda altı yaş varmış, o; kırk yedi!   “ Babam da bakkaldı benim… Şu köşedeki eski binayı görüyor musun, dükkânımız oradaydı… Bir evin bir oğluydum, babamdan ne kaldıysa hepsini yedim… Dur çay söyleyeyim sana...” Dediğini yapıyor, komşusu kahvehanenin camını tıklatıp iki parmağını görmediğim kahveciye sallıyor… Çok geçmeden kasketli, ayağı terlikli, omzu havlulu, saçları dökülmüş, bıyıklı bir adam çayları getiriyor… Ali bakkal anlatıyor; “ Yokluktu ya eskiden, değerliydi her şey, insanlar kadir kıymet bilirdi… Bak ne g