Köprüde olta atmam ben!
Köprüye gitmem
ben…
Ya bir,
bilemedin iki defa gittim, kalabalıktı, olta atmaya yer yoktu…
Köprüden geçenlerden
ve balıkçılardan akıllarına her geleni isteyen, bulut gözlü tinerciler vardı…
Bunlara neden
kimse sahip çıkmıyor diye şaşmıştık…
Kimle idim?
Unuttum…
Hakikaten unuttum…
Yalnızdım!
Şişli’de bir
iş görüşmesine gitmiş, taksiye binip Taksim’e gelmiş, İstiklal’de avare avare
dolanmış, Çiçek Pasajı’nda Kimene’de demlenmiş sonra dar sokaklardan Galata’dan…
Kule var diye
Galata mı o semtin adı?
Köprüye inmiş…
Sahi yolun köprüye inmesine şaşmıştım!
Laf aramızda
Şişli’den Taksim’e taksi ile mi gelmiştim onu da hatırlamıyorum, yazıverdim
öyle…
Görüşmede mini
etekli bir kadın vardı, siyah çorap giymiş, bacak bacak üzerine atmıştı…
Ayakkabıları topuklu idi…
Taksiyi hatırlama… İş, kadının
bacaklarına gelince?
Yüzü yok
kadının, bacakları var!
Sığır gibi
baktım mı acaba?
Zaten
almadılar beni!
O gün için
almadılar…
Bir vakit
sonra telefon ettiler, o kadın mıydı bilmem… Müjde verir gibi konuştu; “işe
başlamanız için lazım olan evrakları mailinize attım” dedi…
“ İş buldum,
çalışıyorum” dedim…
Üzüldü sanki
veya bana öyle geldi!
Üzülsün
istedim sanki!
Aylar sonra
yerime işe aldıkları çocukla karşılaştım… Hıyarın tekiydi!
Köprüde olta
atmam ben!
Bir defa
İstanbul’u sevmiyorum yoksa ne olacak bir saatlik yol…
Oltanın denize
düştüğü yer sakin olacak…
Balık, bahane
zaten…
Oturacaksın
sahile, rüzgar şöyle bir yüzüne vuracak… Hava soğuksa ürpereceksin, yüzünü
anımsamadığın kimler kimler gelecek aklına azıcık içleneceksin…
Akla sadece
iyiler gelse ya!
İlle kötüler
de sıkışacak araya…
Etrafta kimse
yok nasılsa…
Onlara da
yüksek sesle söveceksin…
Yorumlar
Yorum Gönder