Kayıtlar

Mayıs, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Döndük dolaştık Osman Aganın dediğine geldik;

Resim
Alkol yasaklarını destekliyorum! Yazıyı arpa suyu eşliğinde kaleme alıyorum lakin alkol yasaklarını destekliyorum! İçen değil satan düşünsün… İş çıkışı… Hoş, işim öyle çıkılabilen bir iş değil… İşlerimi bitirip arabamı park ediyor, günlük alışverişimi yaptığım mahalle bakkalında alıyorum soluğu… Akşam 10’dan önce! Dün gece soymaya çalışmışlar adamı da becerememişler, hırsız… Hırsızlık yapmaya niyetlenen şahıs, kapının önünde duran meşrubat dolabını devir sen sonra da kaç… Kameraları unutmuş fukara… Uyanık ya,  sabah hiçbir şey olmamış gibi gelmiş, “geçmiş olsun” demiş hal hatır sormuş! Saat 10’a kadar nevaleni alacaksın arkadaş! Misafir gelecekse, tüketimi iyi hesap edeceksin… Akşam 10’dan sonra bakkala gittin… Gitme! Yakarsın adamı…20 bin lira ile 100 bin lira arasında cezası var… İlle de tüketime devam edeceksen, taksi çağıracaksın, doluşacaksınız içine, bara gideceksin, meyhaneye gideceksin… Sadece Türkiye’de değil… İsrail’de de böyle! Edebiyatım idare

Cumbalı bir evin kuytusuna...

Resim
Sıcak. Aynı yokuşu tırmanıyorum, Selimiye Camii solumda kalıyor… Aynı et lokantası, üç veya dört sene evvel; kasketli bir adamla karşılıklı aynı masaya tesadüf etmiş, köfteleri beklerken sohbete başlamış, tatlı gelene kadar! Tatlıyla aram yok, yedim miydi acaba o gün? Yemeğin sonuna kadar, adamın, en büyük aşkının hikâyesini dinlemiştim… Şu havuzlu parkta da oturmuş, yaşlı garsona bir hayat hikâyesi uydurup, anlatmıştım… Emekli olduktan sonra ihtiyaçtan çalışmak zorunda kalan dürüst bir adamın yaşadıklarıydı… Farklı dönemlerde kaleme alsam da parkta oturduğum gün ve kasketli adamla köfte yediğim gün, aynı gündü. Şehir belirtmemiştim. Yaşlı garson, gri önlüğü ile orada işte. Yanına gitsem, baba; “ sana bir hayat hikâyesi uydurdum, insanlar çok beğendi” desem…(!) Çayı güzeldi buranın, öyle aklımda kalmış. Asmaların altında oturmaya yer yok, iyi mi? Havuzun fıskiyeleri de çalışmıyor zaten! Gugukçuklar da kayıp… O gün arayıp bulamadığım, olmayan, küçük çay

Utandı Garson

Resim
Denize yakın atılmış, ahşap masalardan birinde oturuyor, kâh martılara bakıyor, kâh karabatakla dalıp çıkıyorum. Kalabalık, uğultu… Şımarmış, kolay elde etmiş insanlar, ego fışkırmaları… Dudak bükmeler, burun kıvırmalar, hamlığın verdiği “oldum” edaları… Yalnızlığın, sevilmemenin tetiklediği saldırganlık! Kaybetme korkusu… Çocuklara; azar. Büyüklere; paylama. Saygısızlık! Çirkef! Dedikodu! Buram buram mutsuzluk… Kokuşmuşluk! Eskiden kaliteli insanlar gelirdi buraya. “Orası neresi?” diyeceksin, boş ver! Bağıra, çağıra döver gibi konuşulmaz, uzaktan birilerine avaz avaz seslenilmezdi… Park yerindeki arabalar eskiye nazaran daha pahalı oysa! Yan masada oturan, uzun saçlı, top sakallı, beş dakikada üç defa seslendi garsona, kahveleri sordu… Garson gülümsemeye çalışarak üçüncü kez aynı cevabı verdi; “ hemen getiriyorum…” Getirdi de… Bu defa kahveyi beğenmedi adam; “ sıcak su ile yapılmış” dedi yüzünü ekşiterek… Top sakalın hanım arkadaşları

Oturdum mu şu mutfak masasında ben o kadar?

Resim
Gülüyorum… Sana değil… Sana nasıl gülerim kim olduğunu bile bilmiyorum… Böyük köşe yazarı, kitap anlatmış bugün! Merakla ne yazacağını bekliyordum oysa… Böyle günler de… “Böyle günler de” derken? Böyle acılı günlerde demek istedim… Ne yazacağını bilemiyor insan. Benim karalamalardan ne olacak, salata, ne bileyim tatlıdan sonra içilen su niyetine… Balıktı, midyeydi, oltaydı, meyhaneydi, sarhoştu, sahilde banktı, kuyruksuz kediydi, akasya ağacıydı, öğlen uykusuydu, kitaptı… Ivır zıvır işte! İnanmayacaksın dün gece, sabahın üçüne kadar dört sayfa yazdım, tam Sevginar Hanıma gönderecektim… Eeee? Sildim yazıyı… Yarın iş var be oğlum Ali dedim… Sana mı kaldı memleket meseleleri dedim… Vurdum kafayı yattım. Bir rüyalar bir rüyalar… Adamın biri musallat oldu rüyalarıma ya neyse, hayırlara çıka! Bu kaçıncı oldu beya… Televizyona bir çıkıyor, laf aramızda asker arkadaşımı görmüş gibi oluyorum… Tanıyanlar bilir benim geçim gazozdan… Çorbayı limonatadan çı

Manca

Resim
Canım Manca çekiyor… Bizim Rumeli göçmenleri pek bir güzel yapar mancayı, Papaz Mancası denir, Bağ mancası denir, neden bilmem Köpoğlu salatası da denir. Patlıcanı seçerken dikkat etmek lazım öyle her patlıcandan olmaz, sert patlıcandan hiç olmaz. Alt kattaki komşu Belediye Türk Sanat Musikisi korosunda arada konserleri de oluyormuş, asansörde tesadüf ettiğimizde çağırıyor. Şimdiye kadar hiç gittiğim olmadı. Geceleri, şu an olduğu gibi; canlı dinlemeyi tercih ediyorum!  Efendim bu gecenin açılış şarkısı Münir Nurettin Selçuk’un; “ beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın” adlı çalışması… Yarın işe gideceğiz, saat gece yarısını çoktan geçti, el âlemin mabadında pireler uçuşuyor şu fakir de iki satır yazacak ama olsun be… Olsun! Sert patlıcan çekirdekli olur, yenmez… Yumuşağı, topan olanı, sapı yeşil olanı, bostan patlıcanı makbul. Şu caaanım bahar aylarında; göl kenarında tüküreninden püfür püfür bir salkım söğüt ağacının altına oturacaksın, yerler yemyeşil, papatyalar, gel

Kırmızı olsun...

Resim
Tek lokum, bol akide şekeri… Yokluktu demek o zamanlar, annem mevlitten gelirken çantasından bir tane çıkardı o düdüklerden (külah)…Lokumu kim yiyecek kavgası yapar mıydık? Yapılırdı herhalde… Akide şekeri sevmem ben… Kuşlokumu severdim, iğde severdim… Leblebi tozu ve insanların üzerine pofkurmayı severdim… Nicedir iğde yemiyorum… Şimdi iğde ağaçlarının altına konmuş banklarda oturup, gözlerim mavilikte, gözlerim denizde, gözlerim martılarda tembellik etmeyi seviyorum… Cunda’da; sahilde, balık lokantalarından otellere giderken sol tarafta iki katlı, panjurları kapalı, sanki terk edilmiş bir evin önünde öyle bir bank, bankta bacak bacak üzerine atıp gülümsediğim bir de fotoğrafım var… Arasam, çekmecelerin altını üstüne getirsem bulabilir miyim acaba? Adam sende kim uğraşacak gece vakti. Gazeteye yollardım, onlar da yazının üzerine basarlardı fotoğrafı, “vay be” derdin “adama bak, iğde ağacının altındaki bankta fotoğraf çektirmiş! Önü deniz…” Cunda hatırası… Geçen