Kayıtlar

Mart, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Sırtımızdan her bıçaklandığımızda söylediğimiz gibi;

Resim
Bir martının gözlerinden bakma şansım olsaydı dünyaya... Kimsenin kimseye hakkı geçmesin’ diye... İnsanlara simit atar, ödeşirdim! Bahar geldiğinde insan toplar, bir su bardağının içine koyardım... Falına bakılmış, en papatya halimle... Sevgililer gününde, pembe bir kafes içinde insan hediye ederdim... Tüm bencilliğimle; “ Yalnız olunca konuşurmuş bunlar” der ve gülerdim en sempatik halimle... Hafta sonları sırf aktivite olsun diye küçük bir sandalda üç beş arkadaş insana çıkardım... Kovadaki insana takılır, çözüm bulamayınca... Rakı şişesinde insan olurdum! Rakı, insan, Ayvalık! Sırf sosyallik olsun diye; insanları koruma derneğine üye olurdum emekli olduktan sonra... Esaretle geçen yıllara inat! Kafama insan pisleyince piyango bileti alırdım, en büyük ikramiyenin bana çıkacağını düşünerek... Kar yağdığında iyi hissetmek adına ekmek ufalardım balkona insanlar konsun diye... Sevdiğimde insan gibi sadık olur, ekmek yediğim kaba sıçmazdım çok af ede

İnsanlar evlerin ruhu

Resim
Dijital göstergesi yirmi iki dereceyi işaret eden aracı, toprak yolun kenarında yeşermeye başlamış, buğday ekili olduğunu tahmin ettiğim mendil büyüklüğünde tarlanın köşesine bırakıyorum... Üzerimde soğuk, çetin ve bıktırıcı geçen kış günlerinde inat, siyah kısa kollu tişörtüm var... Sessiz... Uzakta bahçelerde çalışan insan siluetleri, mendil büyüklüğünde tarlanın bitiminde yıkılmak üzere olan yorgun briket duvar, duvarın ötesinde; öğrencilerini yıllar önce şehirlere kaptırmış, kâra tahtası ağarmış, avurtları çökmüş, cıvıltısını kaybetmiş hüzünlü köy okulu var... Değişmeyen tek şey; tuvalete uyandığım şansız gecelerde yanlarından korkudan titreyerek ve mümkün olduğu kadar acele ederek geçtiğim çam ağaçları... Ve sahi; eskiden tahta çitlerin çevrelediği, iki menteşeli ahşap kapısından evdekilere seslenerek girildiği avlunun içerisinde kalan, kapakları ve çıkrığı neredeyse çürümüş, dipli kuyu... Dejavug gibi... Daha önce de annemlerin köy komşuları “ sizin eve hırsız girdi” t

Bot nöbeti

Resim
Akşam, giriş kapsının önüne serdiğim gazete sayfalarının üzerinde siyah spor ayakkabılarımı boyarken, Manisa Kırkağaç’ta 6. Bölüğün merdivenlerine oturup, girişi aydınlatan, neden bilmem kırmızıya boyanmış ampulün solgun ışığında, postallarımı parlattığım dönemler geldi aklıma... Eski konuşulurken söylendiği gibi; ne günlerdi! Onca sürünmenin, ördek yürüyüşünün, karınca dansının, silahlı ve silahsız hareketlerin üzerine her gece tuvalette itiş kakış sakal tıraşı olmak, postal boyamak ne zor gelirdi... Küçük demlikler içinde alıp, plastik bardaklardan ( bardaklar cam mıydı yoksa) içilen çayın ve yapılan sohbetin keyfine doyum olmaz... ‘Kadro’ dediğimiz bizden eski askerler başımıza dikilip; “ yatın artık torunlar!” diyene kadar da başımızı yastığa koymazdık... Sabaha karşı üçte kaldırılıp gün aydınlanmadan mıntıka temizliği yapacağımızı bile bile direnirdik uykuya... Gözlerimiz kapalı uyuyormuş gibi görünüp hayal kurardık... Uyuduğum ranzanın alt katı bir kadro askere

Son dakika

Resim
Daha iki yıl öncesine kadar, barajlardaki su seviyesi azalmaya başladığında, yaklaşan kuraklıktan, susuzluktan kırılacağımızdan bahsediliyordu... Şimdi mini buzul çağı hikâyeleri anlatılıyor! Dünyanın bilmem neresindeki, adını daha önce hiç duymadığımız profesörlerin yaptığı araştırmalar ve sonuçları gazeteler ve televizyonlarda yer almaya başlayınca, derdi olmayan! Vatandaş konuyu mahalle kahvelerine, lokantalara taşıyor... ‘Televizyon’ demişken... Şu organ nakli haberlerinden yıldım, yeter yahu! 2012 yılının aralık ayında Maya takvimi yüzünden kıyametin kopacağına inananlar ve bu inançlarını okudukları bir iki yabancı kitaptan öğrendikleri bilimsel terimlerle süsleyip anlatanlar, hatta olayı abartıp oturup kitap yazanlar var... Yahu aralık ayında kıyamet kopsa, bankalar kredi verir mi? Her sene denize kıyısı olan bir bölgemizde gel git yüzünden deniz çekilir, ertesi gün haber manşetlere düşer; “ Tekirdağ’da deniz çekilince halk deprem korkusuyla geceyi sokaklarda geçirdi...”

Yaşlı sokak köpeğiyim...

Resim
Akıp giden insan selinin farkında olmadığı, dünyanın siyah beyazlığında kaybolmuş, yaşlı bir sokak köpeğinin yorgun gözlerinden anlamaya çalışıyorum hayatı... Arnavutkaldırımı, dar, tek katlı evlerin süslediği çıkmaz bir sokağı mesken tuttum kendime... Briketten, yıkılmak üzere bir bahçe duvarı ile akasya ağacının arasına kıvrılıp uyuyorum gündüzleri... Mahallenin haylaz çocukları işten gelen babalarıyla evlerine girip, titrek sarı ışıklar nemli odaları aydınlatmaya başladığı zaman, kuyruğum bacaklarımın arasında ürkek adımlarla şehri gezmeye başlıyor, çöplerin altını üstüne getiriyorum... Kovalamaya mecalim olmadığı için kedilerle arkadaş olmayı tercih ediyorum, aralarında beni alaya alanlar çıkıyor... Köpek kocayınca pisinin maskarası oluyor işte, ne yapacaksın? Gülüp geçiyorum ister istemez... Tepkisizliğim, ciddiye almayışım mahallenin diğer köpekleri tarafından acizlik olarak algılanıyor... Türlü aşağılamalara katlanmak zorunda kalıyorum... Yıllar önce peşinden gittiğim bi

Güzel sanatlar

Resim
  Deniz gören, kıyıya yakın, cümle kapısının trafiğe kapalı bir caddeye açıldığı, iki adımda ayaklarını suya sokabildiğin, tenha, müstakil olmadı çiçekli balkonu geniş, sobalı bir eve taşınmaya meylediyorum... Ev sahibi efendiden biriyse kira da olur! Gece vakti aklıma gelenlere bak! Bizim mahalle de tenha sayılır oysa... Sokaktan ara ara geçen araçların motor gürültülerini, aşka gelip yüksek sesle şarkı söyleyen yanık sesli komşumu, kime ait olduğunu bilemediğim horlamaları saymazsak “çıt” yok... Sabahları ötüp bize “ha yaşa” dedirten, gül cemalini göremediğimiz, bitişik balkonlardan birinde gizli gizli bakıldığından şüphelendiğim gizemli horozumuz bile var... Balkonda horoz mu beslenirmiş, uyduruyorsun diyeceksiniz... Eve geldiğinde hem renk, hem karakter değiştiren, bukalemuna bakan fakat baktığının bukalemun olduğundan bihaber insan var! Öyle bir evin kirası kaç para acaba? Hem neden kiraya versinler ki? Kendileri oturur... Belki çok zenginlerdir... Olamaz mı? Belki babaları