Kayıtlar

Haziran, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hayat, insanda alacak bırakmaz!

Resim
Doksanlı yılların ortaları, çorba parasına motosikletle Işık’ın telaffuzu ile gogoz sattığım günler... Aydın Doğar büfe çalıştırıyor o zaman, ben müşteri ziyareti yapıyorum...( Laf aramızda ne güzel günlerdi ) Bir yaz günü Aydın ağabeyden sipariş alırken, televizyonun altında; çerçeveletilmiş, beyaz kâğıda mavi mürekkeple yazılmış bir şiir ilişti gözüme, şiiri şu an tam olarak anımsamıyorum ama son iki dizesini hiç unutmadım; İnsanın insanda alacağı kalır ama Hayat, insanda alacak bırakmaz! Şiir kimindi, çerçeveletip duvara asılmasının sebebi neydi bilmiyorum ama ben mesajı aldım... O günden şu ana, ne zaman haksızlığa uğramış birinin hikâyesini dinlesem, hikâyeye şahit olsam ve birini yaptıkları ve yapacaklarından dolayı Allah’a havale etsem, bulunduğum ortam neresi olursa olsun dillendirdim; İnsanın insanda alacağı kalır ama Hayat, insanda alacak bırakmaz! Hesap, zamanı geldiğinde kapanır, eden bulur... Belki siz duymazsınız, belki siz görmezsiniz! &&& Bugü

İnsanlar bilir mi sizi neyin mutlu ettiğini?

Resim
Dün kendiniz için ne yaptınız? Geçen hafta? Geçen ay sırf canınız istiyor diye, sadece kendinizi mutlu etmek için bir şey yaptınız mı? Düşünün ya, keyif aldığınız küçücük bir şey... Ne gibi mi? Ne seversiniz, nelerden hoşlanırsınız bilmem ki! Ne mutlu eder sizi? Laf aramızda, insan nelerden mutlu olacağını bile bilemiyor... Valla ya... Mesela; Işık çişini söyledi bugün...( Işık... İki yaşındaki kızım) Habere bak! Bıyık altından gülmeyin... Bez parası vermekten kurtulduğum gün bugün...(!) Benim gündemim de bu... Ritüele döndürdük olayı, alkışladık... Sanki gururlandık biraz... Sanki biraz daha yaşlandığımızı hissettik... Garip bir şey işte ya... Tuhaf! “Dillenen çiş, adamı mutlu eder mi?” demeyin... Ediyor... Canlı şahidiyim işte... Oldum! &&& Dün sizi mutlu etmek için biri bir şey yaptı mı? Geçen hafta? Geçen ay, sırf siz istiyorsunuz diye sadece sizi mutlu etmek için biri bir şey yaptı mı? Düşünün ya, keyif aldığınız küçüc

Beş dakika sonra

Resim
Sıcak, yer yer erimiş asfaltın hışırtısını dinleyerek gidiyorum... Klima hastalıklı nefesini yüzüme üflüyor... Cep telefonum çalıyor, arayanın kim olduğuna bakıp, açmama hakkımı kullanıyorum! Beş dakika sonra tekrar arıyor... Yine açmıyorum... Beş dakika sonra yine... Telefonda üç cevapsız çağrı oluyor... Keyfim, özellikle de arayan adamla konuşma isteğim yok! Çalan cep telefonuna bakmamak ayıp olarak algılanıyor, arayana geri dönmemek de, terbiyesizlik... Peh! Kim koydu bu kuralları, ne zaman ahlaki yapının içine soktu? Kendimi kötü hissetmem lazım o zaman! Alakası yok, aksine taciz edildiğimi düşünüyorum... Ya önemli bir şey varsa? Ya arayanın başı beladaysa? Ne yapabilirim ki? Şu an için, hiç... Arayana çok uzağım... Üstelik onun için bir şey yapmak da içimden gelmiyor... Sonunda merakıma yenik düşüyorum... “ Beni aramışsın duymadım!” “ Nerdesin be ağabey, telefonu açmayınca başına kötü bir şey gelmesinden korktum!” “ Yalan dünya ” diye ben buna de

Elmayı seviyorsam, elma da beni sevsin be...

Resim
Çevreniz var mı? Geniş mi? Kusura bakmayın ama cevabınız evetse gıyabınıza karşı el hareketi yaptım ona göre! Üstelik şaklattım... Yaş ilerliyor ama şaklama hep aynı, helal olsun! &&& Kendi adıma; çevrenin hikâye olduğunu anlayalı çok oldu... Ne zaman çaktım? İnişlerde... Şimdiye kadar anlayamadıysanız inişe geçtiğiniz bir gün emin olun siz de farkına varırsınız durumun... Emareleri olur... Ararsınız, telefonu meşgule alırlar... Ararsınız “ bir toplantıdayım dönerim ben sana” derler... Ararsınız lütfen konuşurlar... Ararsınız, aramazlar... O anlarda en çok kendine kızıyor insan... Tövbe! Kendi kafasına sövüyor... &&& “ Yani sen elmayı seviyorsun diye, elmanın da seni sevmesi şart mı?” Büyük Üstat kusura kalma ama şart be! Belki sen insanlar yeri geldiğinde kendini avutsun, kulp olsun, dal yerine geçsin diye öyle yazdın da... Elmayı seviyorsam, elma da beni sevsin be... Portakalı seviyorsam, portakal da beni se

Kimi balık lokantası açmış, kimi bar

Tatil! Yok yok “tatil” doğru kelime değil! Yıllık izin... Tatilcik! İçi; deniz, terlik ve şortla doldurulmuş beş gün... Sürekli çalan cep telefonlarını ( telefonlarını yalnız!” olaya dâhil etmiyorum... Başınıza gelmiştir, şimdiye kadar gelmediyse de gelmesin zaten... Önemli bir şey olur da ulaşamazlar diye eliniz gitmez kapatmaya mereti... Sabahın köründe çalar, yeni yatmış, tam dalmak üzeresinizdir... Gözlerinizi açmadan ve kimin aradığına bakmadan, üstelik tatilde olduğunuzu unutup, işe geç kalmış, akşamdan kalma adam modunda açarsınız telefonu... O panik anını bilirsiniz... Ya arayan çalıştığınız şirketten, yukarılardan biriyse! Ya sesinizden uyuduğunuzu anlarsa! Yüreğiniz ağzınıza gelir... Korku değildir yaşadığınız... Hak edilmeyeni almanın utancıdır... Hoş, kimin neyi hak ettiğini biz şuncacık aklımızla nereden bilebiliriz? Yeri gelmişken cümle arkadaşa, düşünür ve bilge geçinene bir soru sorayım; Hak ettiğinizi alabiliyor musunuz? Aldığınız ol

kafan güzel te şindi senin

— Ağabey çocuklar masana misafir olmak istiyor? Bu defa daha çok kendimle sohbet etmek için gelmiş, bu yüzden de en kuytu masaya geçmiş, aklımca saklanmıştım ama birileri çabuk “elma” dedi işte… Çıkmasan olmaz, “hayır” desen yakışmaz… — Buyursunlar… İki kavruk müzisyen geldi yanıma… — Kardeş misiniz siz? — Değiliz ama çok benzetirler bizi Amet’le Tek yumurta ikizi kadar birbirine benzeyen iki adam kardeş olmasın! Hayret…(!) — Akraba mısınız? — Yok, be agam sade aynı maledeniz! Neden bu kadar sorduysam? — Amet bizim üsnü gibi çalar klarneti. - Üsnü kim be yanımda o kısa donla gezerken, den düğünlere giderdim maleden arkadaşlarla... Gönlünü yapmak lazım adamların? — Hüsnü kim be kadam? — Aha agam da bilmez işte… Şarkıcı bi gacıyla çıkar ya televizyona, zanaatkâr çocuk. Klarnetçi ama mekteplisinden! — Neyse ya çıkartamadım şimdi! — Görsen bilicen de kafan güzel te şindi senin… Misafire ikram adetten — Ne içersiniz ne yersiniz? Rakıyı ufaktan büyü

Unuttuğum her şey için

1967 model kırmızı Mustang’ı nereden bileceğim, muhtemelen bir gençlik filmi izleyip etkisinde kalmış, hülyalı bir zamanda da not almışım... “ Çalışmaya başlayayım ilk iş 1967 model kırmızı bir Mustang alacağım” Hayyt koçum benim... Öyle bir hayalim varmış. Unutmuşum! &&& Küçük küçük notlar almışım defterlerin ve güzelim kitapların en olmadık yerlerine, çoğuna güldüm... O tür gülmeleri bilirsiniz, kahkahanın göbeğinde, çoktandır görmediğiniz biri, anıların parke taşlı, karanlık sokaklarından ayaklarını sürüyerek çıkıverir, nasıl hatırlıyorsanız öyledir, siz büyümüşken kahretsin o hiç değişmemiştir! Saklanmak istersiniz, beceremezsiniz... Gülümsemeniz donar, gözleriniz olmadık bir yerde sabitlenir... &&& Şarkı isimleri ve o anki ruh halimi anlatan kısa cümleler çoğunlukta; Timmy-T, One More Try çalıyor, yağmur yağıyor ve canım sıkılıyor! Stevie B, Because I Love You...Uyumam lazım ama hiç uykum yok! Laf aramızda iki şarkıyı

Tezek Bohtur, kalorisi yoktur, stokumuz çoktur

Doğruyu söylemek gerekirse bir süredir kimseyi ciddiye aldığım yok... Buna sakallı ve uzun saçlılar da, Almanya’da hayat mücadelesi verenler de dâhil! Sever, sayarım o ayrı... Sevip, saymak yerinde ciddiye almak mıdır? Tartışılır... Olmak nedir ya? İçinizde kaç kişi oldum diyebilir? Peki, içinizde kaç kişi “sen oldun” dendiğinde inanabilir? İnanmak istiyorsa ona bir şey diyemem... İnsanların inanmak istedikleri hakkında da ahkâm kesecek değiliz ya! İsteyen, istediğine inanır... Engellenir, eleştirilebilir mi? Bu kimseyi ilgilendirmez... “İlgilendirir” diyenler de beni alakadar etmez! &&& Konuyu; 11.01.2009 tarihinde “Gönüllü yapılan işlerde ego olur mu?” başlıklı yazımda işlemiştim; “Geçen hafta Milliyet gazetesinin Pazar ekinde Filiz Aygündüz’ün Çetin Altan’la yaptığı söyleşi vardı… Sorulardan bir tanesi gerçekten enteresandı! “ Ahmet Hakan ödülünüzü kutladığı yazısında sizi “ köşe yazarı adı verilen tuhaf mahlûkların babası” ilan etti… Bab

Alışkanlıklardan kurtulmak zor!

Alışkanlıklardan kurtulmak zor! Örneğin sigara... Önceleri nasıl da güveniyorduk kendimize; “ istediğim zaman bırakırım...” İstediği zaman bırakanlar olmuştur mutlaka... Ben onlardan değilim... Hoş, sigarayı bırakmayı hiç denemedim! Yetmişli yaşlarda bir tanıdığa “sigarayı bıraktım” dediğinde, sormuştum; “ Nasıl bir şey?” “ Ayakkabısız gezmek gibi...” demişti koskoca adam, dile kolay elli senedir içiyormuş... Başladı sonra... Kahveleri söyleyip, karşılıklı oturduğumuz sıcak bir yaz günü, hatta geçen hafta neden başladığını sordum... “ Bir yetmiş yıl yaşar mıyım sence” dedi... Sustum... “ Bir yetmiş yıl daha yaşamak ister misin” dedim bu defa... Sustu... “ Üzerine bir yetmiş yıl mı? Yoksa yaşadıklarımı tekrar yaşamak mı?” İşi ilginç kılmak için “ Tersine” dedim... “ Filmdeki gibi, her geçen sene gençleşeceksin...” “ Etrafımdakilerde gençleşecek mi?” “ Yok, sadece sen...” “ İstemem... Bu kadarı yetti bana!” &&& Alışkanlıklarının es

Mahalleden taşınmak

Resim
Neden? Aslına bakarsanız nedeni yok! Nedensiz iş mi olur muş, diyeceksiniz... Oluyor işte! Telefon neredeyse susmadı bugün... Elimden geldiğince açıklamaya çalıştım ama sanıyorum kimseye yeterli gelmedi... Sanki arayan herkesin benim yerime verdiği bir cevap vardı... Özellikle kendi cevaplarını bana dillendirmek isteyenler oldu! İçlerinde ayrılışıma gerçekten üzülenler de vardı... En azından ben öyle hissettim... Belki sıkıldım... Belki tekdüze gelmeye başladı... Belki değişiklik yapmak istedim... Mahalleden taşınmak gibi bir şey bu... Kolileri açıp, eşyaları raflara, çekmecelere yerleştirme telaşındayım hala... Laf aramızda; insan bu kadar eşyasının olduğunu kamyona yüklemeye başladığında anlıyor... Küçülmüş ama kullanılabilecek gibi olan kıyafetleri özenle katlayıp büyükçe bir poşetin içine koydum ve çöp tenekesinin yanına bıraktım... Belki kullanan olur! Çiçekleri aldım, yeni evin balkonuna yerleştirdim... Eski mahallemden daha küçük burası, yerleşmeye ç