Kayıtlar

Şubat, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İçim bahar

Resim
Garip! Deniz Seki'nin eski, en son nerede ve ne zaman dinlediğimi anımsamadığım bir şarkısıyla merhaba dedim güne… Sözlerini ezbere biliyormuşum meğer! Sanki bahar gelmiş ve bir yaban güvercini dürterek uyandırmış beni… Tülü çeksem, camı aşsam şimdi gelincikler, papatyalar… Nasıl neşeliyim… Keyfim nasıl yerinde… Havlu omzumda, aynanın karşında tıraş olurken ıslık çalıyorum yahu, var mı ötesi? Işık odasında uyuyor, üzerini açmış yine… Uyansın mıncıklıyayım istiyor fakat kıyamıyorum… Hava kapalı… Yağmur var oysa… Olsun! İçim bahar…

Köyün nesi olmak iyi?

Resim
Veresiye yazılmış bahardan kalma bir gün, şubat ayındayız oysa! “Şaka gibi” diyeceğim, değil, gerçek. Son günlerde mantar gibi türeyen ‘kahve’ ortamlarından birinde tembellik ediyorum. Beyaz koltuklar, rengârenk minderler, masaların arasına sıkıştırılmış ısıtıcılar... Fonda; Adele... Yan masada iki adam sohbet ediyor, tombul olan kısa boylu olanın dükkân sahibiymiş... Keyifleri pek bir yerinde... Ne güzel! Tulum peynirli gözleme ve çay, beş liraymış... Nerenin peyniri acaba? Ortam ve tulum peynirli gözleme olmamış sanki! Saçları jöleli, beyaz gömleğinin düğmeleri neredeyse göbeğine kadar açık, kravatı bir tarafta, aklı kim bilir nerelerde lise öğrencisi olduğunu tahmin ettiğim, eli tespihli, ‘köy ağası’ kılıklı bir genç oturuyor karşıma... Çok geçmeden kız arkadaşı geliyor... Kız babası ile arasının açık olduğunu neredeyse bir aydır konuşmadıklarını ve hiç de umurunda olmadığını anlatıyor, ağlamaklı olmasa inanacağım! Delikanlı, “ S..tir et diyor” en b

Eskiden tanırlarmış beni!

Resim
Gökyüzü gri, yağmur çiseliyor fakat hava soğuk değil. Elimde çay bardağı ile kahvehanenin kapısının önüne kim bilir kim tarafından çıkarılmış iskemleye oturuyorum… Kasketli yaşlı bir amca giriyor içeriye ardından uzun boylu bir genç, her ikisi de selam veriyor… Hiç bilmediğim bir kentte hiç tanımadığım iki adamla selamlaşmak garip geliyor, aynı mahallede oturduğum komşularım düşüyor aklıma… Bir sigara yakıyorum… Bir pilavcı geçiyor, terk edilmiş sandığım ahşap evin camı açılıyor, menteşelerin çığlıklarını duyuyorum… Beyaz başörtülü bir teyze görünüyor kapalı güneşliklerin arasından; “ İbrahim!” Pilavcı başını teyzeye çeviriyor… “ Annen nasıl oldu?” “ İyi” diyor pilavcı İbrahim… Sesi, sanki annesi iyi değilmiş gibi çıkıyor! “ Selam söyle” diyor yaşlı kadın… Pilavcı üç tekerlekli, camekânlı arabasının peşi sıra yürümeye devam ediyor… Yedi sekiz yaşlarında iki çocuk koşarak geçiyor kahvehanenin önünden, çıplak ayaklarında, naylon terlikler… Bu eski, ahşap evler

Bir rüya gördüm

Resim
Uzun, sıkıntılı, yapış yapış, karanlık bir gecenin sabahıydı! Hayır hayır başımı yastığa koyduğum anda uyuduğum huzurlu, sakin bir gecenin sabahıydı! Sabahtı. Güneş henüz doğmamıştı! Uzaklarda bir yerlerde öten horozların sesini duymamış, günün ilk çayını yudumlamamıştım. Akşam benden kalmıştı! Gördüğüm rüyanın etkisindeydim. Angela Merkelleydim! Aklımın köşesinden bir defa dahi geçirmediğim Almanya Başbakanıylaydım! Sözde arkadaşmışız! Kocaman bir odada uzun bir masada derin derin konuştuk. Nasıl anlaştık kim bilir? Almanca bilmem, O belki Türkçe biliyordur! Ne konuştunuz derseniz, inanın hiçbir şey hatırlamıyorum. Aynı rüyayı iki defa gördüm, ikincide ilk rüyam çıktı zannettim! Bir gece de Aydın Boysan İstanbul’u gezdirdi sağ olsun,  güya arkadaşmışız! Çiçek pasajında Seviç’te rakı, üç merdivenle çıkılan, sundurmalı tenha bir mahalle kahvesinde çay içtik, güya orası Samatyaymış! Bir hafta sonu Trakya’ya gel dedim… ‘Olur’ manasında başını sallad

Tesadüf mü kader mi?

Resim
Saçları dökülmüş, ellisini azıcık geçmiş bir ağabey var. Hafif göbekli, temiz pak giyimli, iskarpinleri boyalı, tıraşlı. Hafta sonları beyaz minibüslerine binip yaşlı babası ile sahildeki balıkçı kahvesine geliyorlar… Hava güzelse dışarıya atılmış sandalyelere yağış varsa ve soğuksa gürül gürül yanan sobanın yanına oturuyorlar… Amcanın elleri titriyor, çayı ya gömleğine ya pantolonuna döküyor. Ağabeyin bekâr ve hiç evlenmemiş olduğunu biliyorum… Konuştuklarına, sohbet ettiklerine tesadüf ettiğim olmadı. Birlikte yaşayan insanların cümleleri kısalır, kelimeleri azalır, birbirlerinin yerine düşünmeye, bakışarak anlaşmaya başlarlar ya, öyle bir hal var üzerilerinde… Aynı balıkçı kahvesine, orta yaşlı, bakımlı bir kadın da yaşlı annesini getiriyor… Başörtülü, zayıf bir teyze, gözlüklü, nur yüzlü! Bastonlu. Onlar da sahildeki denize en yakın masaya oturup, kahve söyleyip gözleri mavilikte konuşmadan içiyor, saatlerce oturuyorlar. Neden bilmem düşünceli bir h