Kayıtlar

Ağustos, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Banklar limanıdır yalnızların

Resim
Siyah deri ceketli, uzun saçlı adam, deniz kenarında bir bankta kollarını kavuşturmuş, yüzünü maviliğe, sırtını dünyaya dönmüş oturuyor... Tedirgin adımlarla elleri montunun cebinde bir kadın yaklaşıyor, zoraki gülümsemenin ve hafif bir baş selamının ardından ilişiveriyor... Konuşmuyorlar önce. Susuyorlar sonra... Çok geçmeden; kadın gözleri yaşlı gidiyor... Adam kalıyor... Bir balıkçı teknesi geçiyor uzaktan... Başka bir gün, başka bir dünya, başka bir adam... Yine deniz kenarında bir bank, akşamüstü, mevsimlerden yaz... Gökyüzü kızıl, deniz alev alev... Martılar... Adam bekliyor! Kadın gelmiyor... Yağmurlu bir gün, yaprak yaprak sonbahar... Bir kır kahvesinin kuytusunda çürümeye yüz tutmuş, yosuna kesmiş bankta başka bir kadın başka bir adamı bekliyor... Gözlerinde umut. Elleri titreyerek çantasından çıkarttığı sigarayı yakıyor, dumanı rüzgara üflüyor... Gözleri saatinde... Zaman geçmiyor, beklenen gelmiyor. Kar var... Soğuk, çatır ça

Gel geç ruh hali

Resim
Sabahları Marmaraereğlisi’ndeki balıkçı kahvesi tenha ve keyifli oluyor... Bir vakte kadar çalan cep telefonuna bakmama lüksümü kullanıp, günün ilk çayını yudumlarken, şafak sökerken çapara çıkmış rengârenk kayıkların limana girişlerini... Birbirlerini yıllardır tanıyan insanların selamlaşmasını... Her hallerinden emekli oldukları anlaşılanların büyük bir çaba ile bulmaca çözüşlerini... Balıkhane nöbetini bırakmayan kedileri, özellikle feleğin çemberinden geçtiği her halinden belli olan kuyruksuzu... Denizi, martıları izliyorum. O gel geç ruh halini bilirsiniz! İçinizdeki çocuk okulu kırmak istiyordur fakat aynada gördüğünüz adam çalışmak zorundadır... İş gereği dışarda olmak, bir nevi özgürlük! Olay; yaptığınız  “özgürlük” tanımına bağlı tabi... Bir fabrikada sekiz saat çalışabilir miydim? Okul bittikten sonra denedim, pazartesi sabah işe başladım perşembe öğleden sonra çıkardım önlüğü... Neden bilmem, kuşaklı, uzun gri bir iş önlüğü vermişlerdi... Görevim; dev

Gel geç ruh hali

Resim
Sabahları Marmaraereğlisi’ndeki balıkçı kahvesi tenha ve keyifli oluyor... Bir vakte kadar çalan cep telefonuna bakmama lüksümü kullanıp, günün ilk çayını yudumlarken, şafak sökerken çapara çıkmış rengârenk kayıkların limana girişlerini... Birbirlerini yıllardır tanıyan insanların selamlaşmasını... Her hallerinden emekli oldukları anlaşılanların büyük bir çaba ile bulmaca çözüşlerini... Balıkhane nöbetini bırakmayan kedileri, özellikle feleğin çemberinden geçtiği her halinden belli olan kuyruksuzu... Denizi, martıları izliyorum. O gel geç ruh halini bilirsiniz! İçinizdeki çocuk okulu kırmak istiyordur fakat aynada gördüğünüz adam çalışmak zorundadır... İş gereği dışarda olmak, bir nevi özgürlük! Olay; yaptığınız  “özgürlük” tanımına bağlı tabi... Bir fabrikada sekiz saat çalışabilir miydim? Okul bittikten sonra denedim, pazartesi sabah işe başladım perşembe öğleden sonra çıkardım önlüğü... Neden bilmem, kuşaklı, uzun gri bir iş önlüğü vermişlerdi... Görevim; dev

BAYRAM!

Resim
Beyaz bir minibüsün içinde bayramın son günü 10 şehit! Ne şarampol ne uçurummuş! Önceki gün Gaziantep’te patlama... Daha evvel; yola döşenen mayın... Uzaktan kumanda... Basılan karakollar... Al bayrağa sarılı tabutlar, sinir krizi geçiren ana, baba, kardeş... Ne olup bittiğinin farkında olmadığı halde babasına asker selamı veren çocuklar... Boşluk! Şehitlerin derme çatma evleri, fakirlik, yokluk, “Vatan sağ olsun” diyen gözü yaşlı şehit babasının kevgire dönmüş ayakkabıları... Suriye! “ İki Mehmet öldü diye!” Somali! Nerede olduğunu bile bilmediğimiz Arakan’da akan kan... Adını daha önce duymadığımız; Myanmar! Haydi yardım... Gözyaşları sel... Fener... Deniz feneri! Deprem olduğunda Van’da çadır yoktu kimsenin sesi çıkmadı... Suriye’den kaçanlar klima yok diye polisi vurdular. Yine “çıt” yok! Güya yol kesildi, milletvekilleri alnından öptü teröristleri, başarılar diledi... Kameralar çekti, televizyonlarda izledik. Bayramdı! Futbolla u

Okuyana kadar

Resim
Sıcak! Arsız bir arı dadandı kahvaltı masamıza... Tedirgin ediyor... Uzaklaşıyor, tam unutuyoruz kulağımızın dibinde bitiveriyor... Ben gelene kadar arkadaşlar sağ olsun domatesleri bitirmiş, ekmeğin içini kalan suya bastırıp ağzıma atıyorum... Tereyağı erimiş, zeytinlerin irileri seçilmiş, çilek reçelinin dibi gözükmüş... Çay demli... Bardaklar temiz... Beyaz kâğıttan bir örtü serilmiş masanın üzerine... Gölgesine sığındığımız kavaklar sessiz... Aslına bakarsanız ağustos böceklerinden gayrı “çıt” yok. Öğlen... Katmer katmer terliyoruz... Kimsede konuşmaya derman yok... Sırf muhabbet olsun diye; “ yaz bitsin artık! ” diyorum... Masadaki herkes söylediğimi onaylamak için kafasını öne doğru sallıyor... Kış uzun ve soğuk geçtiği için leyleklerin ve onlarla beraber baharın gelmeyeceğinden endişelenen adamın söylediğine bak! Bu yıl ilk leyleği, çevre yolunun kenarında kullanılmayan bir elektrik direğinin üzerinde görmüş, nasıl da keyiflenmiştim... Bugün otoba