Kayıtlar

Nisan, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Açılışlar kalabalık kapanışlar yalnız olur

Resim
Kahvehane kalabalık... Gazete okuyanlar, okeye dönenler çayına zar atanlar... Midyeci, köfteci ve ne hikmetse nisan ayında olmamıza rağmen kestaneci! Mavi boyalı balıkçı tekneleri çıkıyor denize... Hayat dükkânının kepengini indirmiş birinin cenazesi kalkıyor... Az önce hakkını helal etmiş kalabalık, küçük adımlarla mevtanın peşinde... Yeni yürümeye başlamış bir çocuk düşüyor dizlerinin üzerine, arkadaşları ile sohbete dalmış işgüzar anne çığlık çığlığa kalkıyor oturduğu yerden... Sümükleri de akan çocuk ağlıyor... Anneden daha işgüzar baba, elindeki kâğıtları bırakıp kalkıyor masadan en erkek haliyle... Telaşlı kadına bağırıyor! Arkadaşlarının yanında küçük düşen kadının gözleri doluyor... Bir kız çocuğunun elindeki balon patlıyor sonra... Sıkılıyor, yürümeye başlıyorum. &&& Sahile açılan tatlıcının önü kırmızı, beyaz balonlarla süslenmiş... Bangır bangır çalan gereksiz müzik güzelim baharın fistanını yırtıyor... Etrafta da kimse yo

Üç Korner Bir Penaltı

O kalabalığın arasından sıyrılıp sahaya atlayan taraftardan benim içimde de var... Bu yüzden yadırgamadım adamı! Hatta cesur buldum! İleride torunlarına anlatacağı bir anısı olduğunu düşünüyorum; “ Çocuklar hakem sürekli bizim takımın aleyhine düdük çalıyordu... Ağzıma gelen bildiğim bütün küfürleri ettim, ettik... Sonunda dayanamadım girdim sahanın içine, ulaşabilsem, yetişebilsem patlatacağım bir tane hıncımı alacağım... Nerdeee ortalık kum gibi polis kaynıyor, kaptılar beni yaka paça dışarıya attılar... Bütün televizyon kanallarında çıktımdı o gün! Hey gidi günler hey...” O adamı anladığım için kalabalık mekânlarda maç izlemiyor, statlara gitmiyor, evde bir başıma coşuyorum! Ne başım belaya giriyor, ne de karakolluk oluyorum... Geçmişte bir iki cep telefonu kırmışlığım var hepsi o! Neden girer taraftar sahaya? “Teşbihte kusur olmaz” denir ya; uçak korkusu gibi bir şey! Özünde çaresizlik var! Uçak düşmeye başlayınca öleceğinizi bilirsiniz... Elinizden de bir şey gelmez

Düşlediğiniz gerçeğinizdir

Hiç aklınızda yokken ve ummazken, en hazırlıksız, en zavallı anınızda, sırf içinizde zamansız çalan, kurmadığınız guguksuz saat yüzünden ayrılırsınız! Mevsimlerden... Günlerden... Önceleri bilirsiniz de... Yüzler silinmeye, kokular unutulmaya başladığında... Hayalinizdeki geçmişle, gerçeği... Şapkadan aşk çıkarmaya çalıştığınız dumanlı bir gecede, el çabukluğu ile yer değiştiriverirsiniz! Bir sohbette “sonbahardı” diye girersiniz cümleye... İçinizin laciverte döndüğü bir gün; “kıştı ve kar vardı” yazarsınız günlüğünüze... O gün cumartesidir... Hayır hayır semt pazarı kurulduğuna göre çarşambadır! Birden aklınıza; sararıp dökülen ruhunu kaybetmiş yapraklar gelir, hüzünlenirsiniz ve sonbaharda ayrılmayı yakıştırırsınız kendinize... Bahar sabahıdır ve gün doğmamıştır... Sahile hapsolmuş yalnız bankta oturuyorsunuzdur... Gökyüzü gridir... Martılar vardır ve hatta birinin tek gözü kördür... “ Talih” koymuştunuz ya adını, oradan hatırlarsınız... Akşamüzeridir pekâlâ, güneş

Horozum olsun ibikli olsun ötmesin

Resim
Okulda öğretilen müzik derslerinden aklımda kalan hiçbir şey yok! İlkokuldan lise bitinceye kadar geçen süreçte toplam kaç saat müzik öğrenimi gördüm kim bilir? Ortaokulda Arif Şentürk bıyıklı, Bulgaristan göçmeni bir müzik öğretmenimiz vardı... Sağ olsun Trakya türküleri öğretirdi... Biz söylerken de orkestra şefi gibi ciddi bir tavır takınır elinde tuttuğu kurşun kalemi aşağı yukarı sallardı... Yılsonuna kadar ancak yarısını doldurabildiğimiz müzik defterlerimiz olurdu... Şarkı sözlerini ve müzik kitabından baka baka notaları yazardık... Yaş kırk nota okuyamıyorum! Bir müzik aleti çalamıyorum! O zaman on bir yıl boyunca neden girdim dünya saat müzik dersine ve neden en yüksek notu aldım? Plaj İngilizcesi konuşabiliyorum yazma anaokulu düzeyinde! Türkçeyi tam olarak bilmediğim için İngilizceyi anlayamadığımı otuzlu yaşlarda aydım! Şimdiki zaman, geçmiş zaman, gelecek zaman! Simit ve Brown aileleri hariç, okul yıllarımdan aklımda kalan hiçbir şey yok... Ç

Günün başka saati olsa?

Resim
Tuvaletçinin çay demleyip sattığını simitçiden öğreniyorum... Günün başka saati, civarda da kuytusuna oturulacak adam gibi bir çay bahçesi olsa, titizlenip burun kıvırabilirdim... Beyaz peçetelerin ve limon kolonyasının üzerinden, hacetini giderenlerle, tuvaletçinin para alışverişi yaptığı cam bölmeden kafamı uzatıyorum... Ellili yaşların sonlarında olduğunu tahmin ettiğim, saçı sakalı birbirine karışmış kasketli bir ağbi, pijamalı en ev hali ile ki muhtemelen orada yatıp kalkıyor, televizyon izliyor... Yüzüme bakmadan ancak benim duyabileceğim bir ses tonu ile “ Elli kuruş...” “ Tuvalete girmedim...” “ Seni girerken görmedim zaten! Çay elli kuruş... Bozuğun yoksa çay da yok! Az önce birine yirmi lira bozdum...” Parayı uzatıp, küçük tüpün üzerinde kaynayan devasa demlikten, karton bardağa doldururken köpüren çayımı iki şekerle birlikte alıyorum... Saat sabahın altı buçuğu, güneş henüz doğmamış ve Yenikapı’dan Mudanya’ya gidecek olan feribotun hareket etmesine b