Kayıtlar

Ekim, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Anlarlar mıydı?

Resim
Yeşil asker parkası var sırtında... Bereyi kulaklarına kadar çekmiş, söğütlüğün en kuytu masasına oturmuş... Çay bardağı uzun yoldan gelmiş de dinlenir gibi sırtını şarap şişesine dayamış... Bir dilim beyaz peynirin sadece köşesi yenmiş... Elma dilimleri kanına giren çakı ile yan yana... Sessizlik... Ağaçların başını döndüren rüzgâr, ritüeli tamamlamış, her sonbahar olması gerektiği gibi; kopmuş, saçılmış, öbek öbek sarı yapraklar... &&& Bir mecliste yüzünü göremediğim şarapçıyı anlattım ve cümlenin sonunu; “ özgürlük diye ben buna derim ” diye bağladım... Ağzımı kapatır kapatmaz lafı yapıştırdılar hemen; “ Kim olduğunu bilmediğin bir adamın ulu orta şarap içmesi senin için ‘ özgürlük’ demek?” Güldüm... İnsana bulaşmak istemediğim için sürekli kaçarım bu tür tartışmalardan, oturduğum âdemoğlunun çapını anlayınca önce dinler görünür ardından bir bahane bulup ayrılır, mümkünse bir daha girmem o meclise... O yüzden ortalıkta görünmem pek! Aslında bu tarz çıkışları önemsem

Kim koydu yardım kolilerine topuklu ayakkabıları?

Resim
Depremzedeye yardım niyetine; parmak arası terlik , topuklu ayakkabı ve mayo gönderen vatandaşlarla tanışmak, mümkünse karşılıklı çay içmek en çok da sohbet etmek isterdim... ‘Nedeni’ sorardım... Mayo gönderen; “ yerinde iç çamaşırı yerine de geçer ” diye açıklama yapsa bana mantıklı gelebilirdi pekâlâ...(!) Parmak arası terlikçi; çadırlarda depremzedelerin yere çıplak ayakla basmasını istememiş olabilir... Acılar unutulunca, topuklu ayakkabı da lazım! &&& Medya titizlikle bu gayri ciddi yardımların üzerine gidiyor... Sahi bir de 14 günlük mucize çocuğu gündemde tutuyor... 17 Ağustos depreminde de, Bill Clinton ’un burnunu tutan başka bir çocuk vardı ekranlarda... Sonra ne oldu, yavrucak ne yaşadı kim bilir? Yıllar geçti aradan Clinton tekrar geldi, çocuğu buldular adamın burnunu sıktırdılar... Ne sempatik hareket! Alkışladık hepimiz, güldük... &&& Demek ki; böyle dar zamanlarda vatandaşa göstermek için bir çocuk ve içinde ‘ mucize ’ geçen uzun soluklu

Utanıyorum!

Resim
Van ’da yardım kamyonlarının vatandaş tarafından yağmalanmasını, olaya kimsenin müdahale etmemesini ibretle ve ağzım açık olarak izliyorum... Yardımseverler ne hissediyor kim bilir? Yardım malzemelerinin dağıtımında koordinasyon yok ama yağmada var! Üçlü, dörtlü guruplar halinde çalışılıyor... Biri, ikisi kamyonun üzerinden eline ne geçerse aşağıya atıyor, diğeri atılanı yakalıyor, öbürü arabanın içine istif ediyor... &&& Kamera; çamur içinde oynayan, ayakları çıplak, sümükleri akmış küçük bir çocuğu getiriyor ekrana... Tıpkı... Fotoğraf karesinde gördüğünüz Somalili çocuk gibi... &&& O gün dakikalarca baktım fotoğrafa ( 21 Ağustos 2011) Mutfak masasına ilişip aşağıdaki yazıyı kaleme aldım; http://aligulcu.blogspot.com/2011/08/ne-hissederdik.html Olup bitenleri şaşkınlıkla izliyor, gündemi anlamaya çalışıyorum lakin zor! Somali ’de durum kendimi bildim bileli aynı... Ne oldu da orada yaşayan insanlar yeni akıllara geldi? Nihat Doğan ’ın   Somali ’ye götürü

Van için Herkes Tek Yürek!

Resim
Van Depremi'ne duyarlılık gösteren ve zor durumda olan depremzedelere yardım elini uzatmak isteyen vatandaşlarımız için bir liste hazırladık. Aşağıdaki kanallardan dilediğinizi seçerek yardımlarınızı en kolay şekilde Van'a ulaştırabilirsiniz: 1. KIZILAY 2868 'e tüm operatörlerden boş bir SMS göndererek Kızılay'a 5 TL bağışta bulunabilirsiniz. Ayrıca havale yoluyla destek olmak isteyenler, tüm bankalardaki "Türk Kızılayı" hesaplarından bağış yapabilir. Ayni bağışlar Türk Kızılayı lojistik merkezleri ve şubeleri tarafından kabul edilecektir. Tüm Kızılay şubelerinin iletişim numaralarını buradan öğrenebilirsiniz. 2. AKUT Tüm GSM operatörlerinden 2930 'a göndereceğiniz AKUT yazan bir SMS ile AKUT'a 5 TL bağışta bulunabilirsiniz. Kredi kartını kullanarak internet üzerinden bağış yapmak isteyen vatandaşlarımız CardFinans ya da diğer banka kartlarını kullanarak bağışta bulunabilirler. Havale/EFT için Banka Hesap Numaraları; T. İş Bankası - Gay

Hayaller, beklentiler ve gelecek ölür...

Resim
Bundan kerli sofralar hep bir kişi eksik olacak... Eskiden oturdukları yere kayacak gözler... Bayramlarda anneler; çocuklarını ziyarete, kabristanlara gidecek... Baba uzakta duracak biraz, gözyaşlarını gizleyecek... Doğduğu gün gelecek akıllara... Kınalı gözleri, küçücük elleri, ayakları... Emeklediği ilk gün... İlk adım... Adım çöreği... Okula gidişi, önlüğü, yakası... Karnesi... Anne, dudağında ince bir gülümsemeyle saklayacak karneyi, günü geldiğinde onun çocuklarına göstereceği günü hayal ederek... Durgun hallerine anlam veremeyecekler önce... Şaşıracaklar en sevdiği yemeği elinin tersi ile itmesine... Güya saklanmış, şiirlerini bulacaklar yüklük altlarında... Okuyacaklar, haberleri yokmuş gibi davranacaklar, ilk aşktan, ilk yürek yangınından... &&& Sonra... Ne kötü be yahu bu sonraları yazmak, anlatmak... Vatan borcu, namus borcu... Hem; kız da vermezler buralarda askere gitmeyene... En büyük asker... Bizim asker işte... Her Türk asker doğar... Var mı daha ötesi? Ka

Çinekop nerede yasak?

Resim
Defneyaprağı, çinekop, sarıkanat, lüfer, kofana, sırtıkara... &&& Aynı balığa farklı dönemlerde verilen isimler bunlar... Daha akılda kalması için olayı erkeğe uyarlayalım... Dada, pişşşt çocuk, bıyığı terli, Tam baba, amıca, sırtı kambur... &&& Vatana millete hayırlı olsun bu yıldan kelli 15 Ekim İstanbul’da Lüfer Bayramı olarak kutlanacak! Kutlandı! Maksat; nesli tükenen balığa dikkat çekmek! Siz bu işi duyalı çok oldu tabi... Yaygın medyada eli kalem tutan “ulan bu konu çok okunur” diye düşünen, lüferi; rokanın, aslan sütünün yanında görüp, canlısını diğer balıklardan ayıramayacak ne kadar aynalı aydınımız!   varsa konuya balıklama atladı, yazdı, çizdi... Vatandaşı bilinçlendirdi! İçlerinde; şu vakte kadar dünyanın çinakopunu mideye indirdik, bak mübareğin nesli tükeniyormuş havasına girip, günah çıkaranlar da oldu... &&& Balık sezonu başlamadan önce bir yaygara koparıldı lüfere 20 cm yasağı getirildi... Denetimlerin çok sıkı tutul

Ruh güzelliği

Resim
Sürekli öteberi aldığım giyim mağazasındaki çocuğa adamakıllı bir sopa çekmek vardı ya... Işık’a dua etsin... Denediğim 56 beden ceketin önü kavuşmayınca, sırıtarak bir “ çok kilo almışsın be ağabey” deyişi vardı... En sakin adamı bile zıvanadan çıkarır. Bir çocuğa baktım, bir cekete... Etrafı kolaçan ettim, kalabalık olmasa... Şeytana uyacağım, kafayı bir... Kabahat bende! Bir porsiyon Adana ile beraber kuzu şişi, iki maşrapa ayranla kaydırırsan, kapanışı künefe ile yapıp üzerine yarım litre su ile işkembeyi cilalarsan... Tüm bunların üzerine kışlık öteberi almak için mağazaya inersen, olacağı bu! O kadar yemesem, hadi yedim, suyu içmesem ceketin önü bal gibi kavuşacak... Terslendim evlada... “ Yok mu bunun 58 bedeni!” dedim... Yokmuş! Çirkefleştim bu defa, sesimi de yükselttim, verdim veriştirdim... Sıkıştırınca başka bir modelin 58 bedenini bulup getirdiler... “ Cuk” diye oturdu. Hayır, bir gram fazlam olsa bilmeyecek miyim ben! Her gün aynaya bakıyoruz icabında... Öyle başkaları

Ne içtiğiniz kadar kiminle içtiğiniz de önemlidir

Resim
Arabadan iner inmez, avazım çıktığı kadar bağırayım istedim amma sincapların ardımdan ‘deli’ demesinden korktum... Hoş ortalıkta sincap da yoktu... Olsaydı güzel olurdu! Öyle ummuştum giderken... Yeri geldikçe yazıyorum ya “ keşke fotoğraf makinem yanımda olsaydı” diye... Aslına bakarsanız unuttuğum falan yok! Sürekli unutulur mu meret? Soğudum emektardan... Şöyle çetrefilli, objektifi Pinokyo’nun yalan söyledikçe uzayan burnu gibi, beş yüz metreden adamı bademcik ameliyatı yapacak, boynuna astığın zaman, düşman çatlatacak bir cihaz istiyorum... Demek o kadar da istemiyorum! Takıntı olsa alırım yahu, atla deve değil ya... Beyaz yaka, kuşağı kopmuş, uhu lekeli, siyah önlükle ilkokula mı gidiyoruz birader, pelikan kuşundan kumbaranın içinde para biriktirelim... Hoş;   şu yaşıma kadar biriktirebilen bir adam olamadım... Harcadım daha çok... Pardon cümleyi düzeltiyorum; Harcandım daha çok! Yıllar önce insan koleksiyonu yapıyordum... Baktım; kimi diğerlerinden ayırdıysam, başkalaşıyor...

Acaba şekerim mi var

Resim
  Atila huylandırdı beni... “ Ağbi sende kesin şeker var, bu havada üşümemen mümkün değil” deyince içime bir kurt düştü... Ertesi gün soluğu Silivri Köfte Sarayı ’nda Doktor Mehmet ’in yanında aldım... Biraz lafladık ağzımdan çıkarttım baklayı... “ Ağbi senin bir aletin vardı şeker ölçüyordu, duruyor mu?” “ Hayırdır?” “ Bende şeker var galiba!” “ Kim söyledi?” “ Atila...” “ Doktor mu?” “ Değil, püsküütçü!” “ Ne bilecek oğlum Allah’ın püsküütçüsü!” Kasanın altındaki çekmeceyi açtı küçük bir kutu çıkarttı... “ Uzat bakalım patini!” Sağ elimin işaret parmağına küçük bir delik, kandamlası tahlile... Makinedeki sayılar döndü...108’de durdu... Nefesimi tuttum, Doktor Mehmet’in yorumunu bekliyorum... Önce bir yutkundu, iç geçirdi; “ Normal!” “ Yok, bir şey yani?” “ Yok yok... Kahvaltı yapmadan evden çıkma...” “ Ha yaşa be ağbi... Ağzın bal yesin...”   “ Fikreeet getir bana bir tas kelle paça, arkasından at köfteyi...” &&& “ Fikret” dedim de... On beş gün önce tabaktaki köfteler

Garip adamlar

Resim
  “ Denize düşen yılana sarılırmış ” dedi adam... Telefonu kapatmak geldi içimden, sebepsiz bekledim! “ Son çare olarak seni aradım... Bize yardımcı olabilir misin?” Sustum... Sonra adamın, ağzından çıkanı kulağının duymadığına veya kurduğu cümlelerin manasını bilmediğine kanaat getirdim, hoş başka da şansım yoktu...(!) Şimdi anımsamadığım bir şeyler söyleyip kapattım telefonu... Adamın numarasını telefonun hafızasından sildim... Hoş; aradığım da yoktu, zamanında takılmış, bir şeyler içmiştik, hepsi o kadar! &&& Bir tanıdık oyuncu olmuş, bildik ne kadar dizi varsa oynamış... İzleyince şaşırdım, hoşuma da gitti... Bravo Zagor ’a! Başka bir tanıdık, kız arkadaşından ayrılmış... Kaçıncısı bilmem! Kafası da çakır... Döküldükçe gözlerimi aça aça dinledim... Hikâye başkasının olunca dinlemek pek keyifli, akıl vermek de kaçınılmaz! Konuşmanın sonuna “evlen sen evlen” diye fiyonk attım... Sövdü, masadan kalktı herif... Çaresiz hesabı ödedim lakin pişman değilim! &&&

İstanbul trafiğine çözüm önerileri!

Resim
— Ağbi sigara içecekseniz sizi dışarıya alayım! — Hayırdır? Burası dışarısı değil mi zaten? — Çatı var ya! Daha geçen hafta çatısı olup duvarları olmayan yerde soluklanmış... Amaaan daha ne lastik gibi konuyu uzatıyorsam, lafın özü geçen hafta serbestti, bu hafta yasak... Keyifli bir şeyler yazayım derken, ucundan çekemeyeceğim konuyu... Sıkıldım işin açığı... &&& Karaağaç ’ta Cafe Bomonti’nin önüne serpiştirilmiş iskemlelerden birine, ulu çınar ağaçlarının gölgesine çöküyorum... Hafif de rüzgar var... Ortalık sessiz, tenha... Mazhar söylüyor; “ Eksilirse ağlayanlar çevremizden, ya gerçeği söyleriz, ya da nasıl istersen... Ne güzel şeysin sen hep yaşın on dokuz.. .” Dün; yağlı, yapış yapış ve iğrenç İstanbul trafiğinde geçirdiğim dört saatten sonra cennet! Hele o köprü! Yarabbi ömür törpüsü, çile! Nasıl bir şey o ya? &&& Bir ara trafikte sıkıntıdan tırnaklarımı yerken( yok öyle bir huyum, lafın gelişi )   İstanbul’u yöneten adam ben olsaydım, bu sorunu nas

Sevdiklerinize Doğum Günü Hürriyet'i Verin

Resim
Hürriyet Gazetesi'nden okurlarına doğum günü, sevgililer günü, yıl dönümü ve diğer tüm özel günler için unutamayacakları bir hediye fırsatı! Doğduğunuz gün Türkiye'de ve dünyada neler olduğunu hiç merak ettiniz mi? Hürriyet, ilk yayın tarihi 01.05.1948'den günümüze kadar olan tüm baskılarının birinci sayfalarını kullanımınıza sunuyor. Bu sayede aileniz ve sevdiklerinize, doğum günlerine ait sayfayı armağan ederek bu özel günleri unutulmaz kılabilirsiniz. Ya da dilerseniz kendi doğduğunuz güne ait gazetenin ilk sayfasını sipariş edip saklamanız mümkün. Size özel Hürriyet'inizi, orijinal gazete kağıdına baskılı olarak farklı ebatlarda seçebilirsiniz. Ayrıca ister karton tüp içerisinde, ister özel kutuda, isterseniz de oldukça şık bir ahşap çerçeve içerisinde sipariş verebilirsiniz. Bunun için tek yapmanız gereken http://satis.hurriyet.com.tr adresini ziyaret ederek istediğiniz tarihi belirtmeniz! Bir bumads advertorial içeriğidir.

Hüzünlü uyanıyorum sabahları...

Resim
Neredesin, ne yaşıyorsun kim bilir? Arada fotoğrafına bakıyorum... Şimdi de bakıyorum... Sen de bana bakıyorsun, farkında değilsin... Sana baktığımı bilsen, gülmezdin ya! Neyse... Olsun, farkında olarak bana baktığın günleri de anımsıyorum ben... İçtiğim gecelerde aklıma geliyorsun... Yani; her gece... Nasıl bir şey bu? Acı biraz, çokça iç geçiriyorum aklıma geldiğinde... Saklı, gizli zaman makinesi yapmaya çalışıyorum evin bodrumunda... Aramızda kalsın! Becerirsem, düzelecek her şey... Düzelmez ki... Vazgeçemeyiz sahip olduklarımızdan... Hem nasıl derim “ bırak” diye... Benim bırakmam imkânsızken! Güvercin beslemeye başladım evin çatısında... Arada onlar da beni besliyor... Benden duymuş olma, bilirsin kıvıramam... Lakin gerekirse... Takla da atıyorum! Nankör de oluyorum... Biri “pist” diyene kadar... Sokak köpeği de oluyorum... Hüzünlü uyanıyorum sabahları, kuyruğum çoğu zaman bacaklarımın arasında oluyor, aldırmıyorum... Geçen hafta kasap kedisiydim mesela, ciğerine... Sonra Martı!