Kayıtlar

Eylül, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Ne güzel yahu!

Resim
Parmaklarımın ucunda hırsız tedirginliği ile merdivenlerden iniyorum, otelde çıt yok... Kimseler uyanmamış daha... Gazeteler gelmiş, resepsiyona bırakılmış, birini alıp koltuğumun altına sıkıştırıyorum... Kahvaltı salonu boş, televizyon açık... Ekmek kızartma makinesini görünce gülümsüyorum... Biraz yeşil zeytin, iki dilim domates, beyaz peynir, rafadan yumurta... Keyif be birader... &&& Güvercinleri, çöp tenekesinin dibine kıvrılmış, düşünceli gözlerle etrafı izleyen sokak köpeğini... Boşaltılmış, neredeyse yıkılmak üzere olan ahşap evin yalancı kuytusunda sabahlamış sarhoşu ve aceleyle sokakları süpüren çöpçüleri, sahi bir de beni saymazsak, ortalıkta kimse yok... Ne güzel yahu! Bu sabah; benim ulan her yer! Bu şehir;   o adını, hikâyesini bilmediğim, sebebini soramadığım sarhoşun... İçiyorsa; sebebi vardır muhakkak! Bu şehir;   herkesten önce uyanan, geçim derdine, nafakasına, süpürgeyi, faraşı ekmek teknesi yapanların!   Özgür, ürkekliğini üzerinden atmış, yaban güv

Tek kullanımlık

Resim
Cep telefonunun alarmını yediye kurmuştum ama sabah altıda gözlerimi açıyorum... Uyanmam, nerede olduğumu anlamam, on beş dakika sürüyor... İstem dışı elim suratıma gidiyor; tıraş olmam lazım! Tedarikliyim, dünden aldığım tek kullanımlık tıraş bıçağı masanın üzerinde duruyor... Tek kullanımlık terlikleri ayağıma geçirip, banyoya yollanıyorum... Önce duş alıyor, el sabunu ile yüzümü köpürtüyorum... Aynaya bakarken, öğrencilik yıllarım geliyor aklıma sonra pat asker oluyorum... Yarabbi ne zor şeydir sabahın köründe soğuk suyla tıraş olmak!   Aynanın karşısında dört kişi g.t g.te gözlerin yarı açık doğrarsın kendini... “Çenemi kestim, ne yapayım?” “ Tütün bas devre!” &&& ‘Tütün basmak’ kültür olmuş! Eline, suratına, gönül yarana, tütün bas...   Hal böyle olunca, ha deyince sigarayı nasıl bırakalım biz? &&& Eski Foça ’dayız, cehennem haftası!   Dokuz gün arazide kalınıp, son dört gün, sadece su içilecek! ( Bu konunun detayına girmem lazım bir gün...) Çileli

Bakalım 2012 aradığımızı beklemekle mi? Beklediğimizi aramakla mı geçecek?

Resim
Müşterideyim, telefonla konuşmasının bitmesini bekliyorum, görüşme uzuyor, hararetleniyor fakat nihayetlenmiyor... Sıkılıyorum, dışarıdayım dercesine bir el hareketi yapıp, kapının önüne çıkıyorum... Hava kapalı... İşçiler öğle paydosunda, yemekler yenmiş, yaşının diğerlerinden küçük olduğunu tahmin ettiğim delikanlı, çay servisi yapıyor, tam paletlerin üzerine oturacakken beni görüyor... “ Ağbi çay içer misin?” “ İçerim...” Çok geçmeden, sıcak plastik bardağı elime tutuşturuyor... &&& Çay bitince ofise dönüyorum, müşterinin koltuğu boş... Beklerken, vakit geçirmek için sağı solu aranırken, masanın üzerindeki dergi dikkatimi çekiyor; ‘ Semerkand-Aylık Tasavvufi Dergi ’ Ahmet Alemdar ’ın kaleme aldığı; ‘ Anlam Arayışında İnsan ’ başlıklı yazıyı okumaya başlıyorum... &&& Tuğla kalınlığında, koltuğumun altından eksik etmediğim bir... ‘Ajanda’ diyeceğim değil! Mavi kaplı, kareli bir defterim var... Senede bir defa değiştiriyor, her yılın ilk günü de, beğendiğim

Kleptomanın böylesi!

Resim
Ahmet Hakan geçenlerde kaleme aldığı bir yazısında; farkında olmadan arkadaşlarının çakmaklarını cebellezi ettiğini yazmıştı... Aynı illet bende de var ve hatta daha ileri boyutlarda! Eğer masadaki paketin markası benimkiyle aynıysa, hem çakmağı hem paketi götürüyorum! Başkalarının tütününü ikram ediyorum! Akşamları eve geldiğimde, salondaki yemek masasının üzerine ( sıkılarak yazıyorum ) ceplerimden çıkan üç, dört paketi bıraktığım oluyor, çakmaklar da cabası! Gün boyu iş sebebiyle onlarca kişiyle görüştüğüm için ganimetlerin! Sahiplerini de hatırlamak zor oluyor... Kaldığım durumu düşünsenize, adam müşterim, yeni tanışıyoruz, ben sürekli deplasmanda olduğum için onun işyerindeyiz... Çaylar geliyor, çalışma sistemimizi anlatıyor, giderken de masanın üzerindekileri toparlıyorum... Utanç verici! Adam arkamdan seslense; “ küllüğü unuttun” dese! Bereket götürdüklerim hep ucuz çakmaklar... Ya günün birinde ensesi kalın birinin Dupont ’unu ceplersem! Yarabbiiiii dağlara taşlara, kendimi an

1 Milyon Çocuk Burada!

Türkiye’nin en çok tercih edilen çocuk ve gençlik portalı Tipeez.com , iki yıldan kısa bir zamanda 1.000.000 üyeye ulaştı! Her hafta birbirinden çeşitli aktiviteleri ve eğlenceli sürprizleriyle dijital neslin nabzını tutan Tipeez, hem 18 yaş altı çocuk ve gençlerin, hem de ebeveynlerin ilk tercihi olmayı sürdürüyor. Üyelerinin yaratıcılıklarını ve ifade yeteneklerini geliştirmeye yönelik ödüllü yarışmaları, eğlenceli oyunları sayesinde portal, kısa sürede tam 1.000.000 çocuğun uğrak yeri haline geldi. Gece 22:00’de kapanan sohbet odaları, deneyimli moderasyon ekibi, ebeveyne kontrol yetkisi sağlayan özel sistemi, kaba ve müstehcen konuşmalara izin vermeyen patentli programıyla Tipeez.com’da, birbirinden farklı birçok güvenlik önlemi mevcut. Çocuk ve gençlere, özenle tasarlanmış güvenli bir ortamda bilinçli internet kullanımı tecrübesi yaşatan portalda sürekli güncel haberlerin yayınlandığı bir haber kanalı da mevcut. Bu haber kanalı aracılığıyla Tipeez, üyelerine haber okuma alışka

May Way

Resim
Yatıya hazırlıksız yakalanınca, ilk gördüğüm tezgâhtan alacalı bir çift çorap, ayıptır söylemesi bir de don aldım! Fanila da alacaktım bulamadım! Çorap bir lira, donun fiyatı; üç lira... Traş bıçağı, diş fırçası ve macunu... Ertesi güne hazırlık tamam... &&& 22 odalı otelin, yirmi odası doluymuş! Kalan, üç tek yatağı olan odaya yüz yirmi beş lira istediler... Pazarlığa giriştim... Al takke ver külah 95’e anlaştık, oda numaram 209... Otelde asansör yok... Eski bir bina, koridorlarda hafif küf kokusu var... Odamın kapısı dışarıdan kilitlenmiyor... Tuvaleti, banyosu temiz, havluları yeni, televizyonu kocaman... Üç yatak olunca şımardım tabi! Televizyona en yakın olanını seçtim... Keşke odada bir soğutucu olsaydı! Uzandım öyle, uyuya kalmışım... &&& Akşam sekiz gibi, midem dürttü... Saraçlar kalabalık... Soluğu Asmaaltı Ocakbaşı ’nın balkonunda aldım... Daha önce Metin getirmişti beni buraya, zaman az olduğu için keyfini çıkartamamıştım... Kurduk masayı! Fonda

Geçti Bor’un pazarı...

Resim
İnsan yapılan işte mantık arıyor... Aynı sokak üç ayda beş defa neden kazılır?   Yağmurlar başladı işte, mahalle çamur deryasına döndü... İlgili, yetkili birilerini arasam “yıldık be arkadaş” desem... Karşımdaki kurulmuş gibi; “sizler için çalışıyoruz” diyecek... Morali düzgünse; rahatsızlığın geçici olduğunu anlatacak, ileride rahat edeceğimizin altını çizecek... Aramış olduk ya dinleyeceğiz... İkna olmayacağız da ne yapacağız? Hiç! Hakikaten hiç! E hafıza da balık olunca, yaşadığımız bugünleri unutacağız! Sonra haydi sandık başına... &&& Belediye başkanının adını soyadını bilir, afişlerde; gözleri gökyüzünde fotoğraflarını görürüm hepsi o... Bir belediye başkanı seçmenini ziyaret edip de,   yolların, sokakların, mahallenin neden bu durumda olduğunu anlatmaz? Neden sadece seçim öncesinde mahalle kahvelerinde konuşur? Olay köprüyü geçene kadar mı? Sorduğum soruya bak benim de? Sanki cevabı bilmiyorum... &&& Sebeplerin açıklanmadığı yerde yalancılar kral olu

Gündüz niyetine

Resim
Tezgâhtaki kofanayı görünce ceketimin önünü ilikledim, saygılı adımlarla balıkçıya doğru yaklaştım... — Kaç kilo bu? — Üç — Kaç para? — İki yüzü ver al git, sana o da? “Başkasına kaç lira” diye soracaktım, caydım... &&& Parası olana, ağzının tadını bilene, lüferin tanesi elli lira... Breh breh breh... Müstahak mı şimdi bize bu? Başımıza ne geldiyse çinakopları güpür güpür götürdüğümüz için geldi öyle mi? Ne yalan söyleyeyim kıyamadım elli liraya... Çok para be! Mezgit aldım... Özür dilerim, tavuk balığı! Unlayıp tavaya atarken saygılı davrandım... Ceketimi çıkartmadım! Yerken de lüfer niyetine dedim... &&& Hafta sonları balığa gidiyoruz lakin hava sıcaklıklarının mevsim normallerinin üzerinde seyretmesi nedeniyle plajlar hala kalabalık... Şimdilerde çiftlerde gece denize girmek moda! Oltaları atmış balık bekliyoruz... Gözler kamışlarda... Tesisatı kuvvetli bir araba yanaşıyor sahile aradan beş dakika ya geçiyor ya geçmiyor, mayolu bir ağbi ile bikinili bir

Zordur Milliyet Blog’tan ayrılmak, neden mi?

Resim
Milliyet Blog, zamanında yağmurdan kaçarken sığındığım saçak altı oldu benim için, aynı zamanda okuldu... Rahmetli Mustafa Mumcu’nun az fırçasını yemedim... Nur içinde yatsın... Bu yaşananları görseydi ne söylerdi bilmem! Hayatın kendisi başlangıçlardan ve bitişlerden oluşuyor... Harekete geçmiş bir şeyin günün birinde durması da, tekrar hareketlenmesi de normal! &&& Uzaktan bakıldığı zaman sorun; yazanların egosu, kendine benzetme çabası, değerli hissetme arzusu, biraz naz, biraz da küskünlük gibi dursa da, özünde; beklentiler ve hayal kırıklıklarının tetiklediği isyan var! &&& Milliyet Blog’taki yazıları nihayetlendirdikten sonra, editör Başak hanımla birkaç defa mailleştik, kibar, işini seven biri... Usulünce neden ayrıldığımı sordu, dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım... Bitti... Giderken peşimden birileri gelsin diye yaygara kopartmadım... Olayı ajite etmedim... Kimseye kırgınlığım, küskünlüğüm yok ve hala siteye girip tanıdığım yazanların kaleme aldı

Aynaya bakalım ve gördüğümüzü sevelim ya...

Resim
Öyle bir uyuşukluk, evden çıkmama isteği... Üzerine sıcak... Gazeteler, köşe yazıları, bira... Yalnızlık, iç hesaplaşmalar, takkeyle sohbetler, geçmişte yaşanmış olayların sağlamaları, “ şimdiki aklım olsaydı” çıkmazları... Anlama çabaları, boş verişler, oluruna bırakmalar, kulp bulmalar... Topu kadere atmalar... Salon voltaları, isyanlar, acabalar, soru işaretleri... Vicdan açmazları! Kolaya kaçmalar nihayetinde kabullenmeler... Şerefe! Şerefsizlere! Pişmanlıklar, yüz ekşitmeler, sövmeler... &&& Ah bir de şu kahrolası cep telefonu çalmasa! Arayan adamlar on dakikanın içine kahramanlık hikâyelerini sığdırmasa! Egodan muhabbetleri dinlemek zorunda kalmasam! Hatta inadına birkaç tanesinin kalbini kırsam ve bir daha aramasalar... &&& Ne bu ya? Yaptım, ettim, gezdim, gördüm, bitirdim, kazandım, çaktım! Anlamsız, yersiz kendini ispatlama çabaları... Üzerine yalanlar... Farklı olma, kuul takılma çırpınışları... Beğenmeyişler, burun kıvırmalar, küçümsemeler ortam

Mevsim Anormalleri

Resim
Sonbaharın insanlara şakası... Bugün bir ara Edirne’de hava sıcaklığı 37 dereceydi! &&& Sokakta vatandaş meteoroloji uzmanı olmuş...(!) Kasım ayının on beşine kadar hava sıcaklıklarının böyle devam edeceğini sonra bir hafta yağmur yağacağını, pastırma sıcaklarının aralık ortasına kadar süreceğini ve aralık ayında hava sıcaklığının ortalama on sekiz derece olacağını öngören adam var! Tanıyorum! Akşam eve gelince acaba bir yerde mi okudu diye; internetin altını üstüne getirdim, bir şey bulamadım... &&& Başka bir ağbi; önümüzdeki haftadan itibaren hava sıcaklıklarının beş derece düşeceğini sonrasında mevsim normallerinde seyredeceği iddiasında bulundu! &&& Sanıyorum temmuz ayı ortalarıydı, bir cuma günü öğleden sonrası Saraçlar’da kahve keyfi yapıyorum... Ortalık güllük gülistanlık, güneş tepede... Hava aniden bir karardı on dakika sonra çakıl taşı büyüklüğünde dolu yağdı... &&& Yağışlar haziran ayına kadar sürünce; bu sene yaz gelm

“S..tir edin” demiyorum...Büyütmeyin yeter!

Resim
Büyütmeyiiiin... Olayın özü bu! Hadi; “sır” diyelim, ihtiyaç sahibi aradığını bulsun, olay daha gizemli olsun... Büyütmeyin! &&& Oturup bir düşünün bakalım, hayatta sizi en fazla kim üzebilir? Kimden darbe yerseniz, darmadağın olursunuz? Sıfatlar ve isimler değişik olabilir fakat verdiğiniz cevapların ortak noktası;   büyüttüğünüz, hak etmediği saygı ve sevgiyi demlediğiniz bergamotlu biri... dir... Gözünüzde büyüttüğünüz biri... Gönlünüzde büyüttüğünüz biri... &&& “S..tir edin” demiyorum...Büyütmeyin yeter! Kimse büyütecek kadar büyük değil!

Sosyal paylaşım sitelerinin iyi tarafı

Resim
İnsanların pohpohlanmaya ihtiyacı var... Yaşı başı yok bu işin... En ummadığımız adamlar bile dinleyici bulduğunda veya birilerinin gözüne kaçma çabasına girdiğinde kahramanlık hikâyelerini anlatmaya başlıyor, sorulmamışken ve merak edilmiyorken... Kimi; uçan kuşun kanadına zeval gelmesin mantığıyla dinleniyor, kimine; eylül ayında kanadı kırılmış, göçemeyecek leylek muamelesi çekiliyor!  Çeşitli amaçlarla kullananlar, kötü emellerine alet edenler olsa da... Sosyal paylaşım sitelerinin iyi tarafı; insanların içinde kalan ukdeleri gün ışığına çıkarması belki de! Öğrencilik yıllarında endüstri meslek lisesi bitirip, tercihlerinin yarısını basın yayın yapıp, mabat açıkta kalınca, kapağı yüksek okula can havliyle atan ben örneğin... Yerel bir gazetede hayrına köşe de yazınca, yazarmış gibi takılabiliyorum mesela... Hem de yıllardır! Kimi; karaladığı dörtlüklere rubai diyor, kazara ; “ eline sağlık” denince de Ömer Hayyam havasına bürünüyor... Kimi; paraya kıyıp aldığı son model fot

Aynalı Çupra

Resim
Kıyıköy limanındaki balıkhaneleri geziyoruz... Hava sıcak... Kediler ağların üzerine kıvrılmış, sefada... Kahvehanenin önüne çıkartılan tüm iskemleler dolu, sohbetin koyusu çayın demine karışmış üzerine martılar kesme şeker olmuş... Tezgâhlarda balık yok! İstavrit irisi dört adet palamudu yan yana gelin etmişler, allayıp pullayıp on liradan okutmaya çalışıyorlar... Biraz hamsi var... Biraz da, doğan görünümlü şahin ayarında barbun edasında tekir! Tekirin kilosu yirmi beş! Caka o biçim... Tekirin irisine meftun oluyoruz... Amca balıkları temizlerken de laflıyoruz; — Gazeteler bu sene balık çok diyor... — Bakma sen onlara buralara gelip balık var mı diye soran olmadı! İşte olan biten balık bu... — Palamut iyi çıkmış ama... — Hııı çıktı! İki gün... Yakalandı bitti... Ne yapacağız bakalım bu sene... Kuruttular denizleri... &&& Ben kendi çapında amatör kıyı balıkçısıyım... Senede tuttuğum balık, elli parçayı geçmez...( Yerinde bin taneymiş gibi sallarım o başka !) “Kuruttu

Adalet istiyorum

Resim
Her şey olacağına varıyorsa ve belliyse yaşayacakların, seçeceğin yollar, yapacağın tercihler alnında yazıyorsa; bu telaşın, küsmelerin, çaresiz hissetmelerin, uykusuz geçirdiğin, uçurumun kenarına kadar geldiğin geceler ve üstüne yaşadığın haksızlıkları anlama çabaları... Neden? &&& Belki de soru şu; geçmişe mi gidiyoruz, geleceği mi varıyoruz? Belki de yaşadığımız yarını hatırlamıyoruz! Sonu belli bir filmin başrol oyuncusuysak, karanlık sinema salonlarında neden acı çekiyoruz? &&& Adalet istiyoruz... Haritada yerini bile gösteremeyeceğimiz bir ülkede, çocuklar neden açlıktan ölüyor, anlamak istiyoruz... İsimlerini bilmediğimiz çocuklar ölmek üzereyken, neden akbabalar başlarında bekliyor? Ben bir yansımaysam! Sen de yansımasın... Neden, çocukları kollamaya, kayırmaya gücümüz yetmiyor? Neden, kollarımızı açınca bombalar ve mermiler, insan icadı kötülük namına ne varsa göğsümüzde kaybolmuyor? Adalet istiyorum! Benim özgürlüğümün başladığı yerde, başkaları

Korkunca üç buçuk, yatakta beş!

Resim
Bir arkadaşım bastığı şiir kitabının beş tane satmasına üzülmüş! “Sadece beş” dedi telefonu kapatırken... Raflardan kitabı alan beş kişi... Ben olsam; o beş kişinin kim olduğunu merak ederdim... Neye benzediklerini, ne iş yaptıklarını ve kimsenin almadığı bir şiir kitabına neden para verdiklerini... &&& Şaşırmadım, garipsemedim de... Şiir kitabı almaz ki vatandaş... Şiir; limonata, ayran gibi evde yapılabiliyor ya!   Oturur kendi yazar çizgili defterlere sonra yazdığı şiirleri kimse okumasın diye, yatak altlarına, olmadık yerlere saklar... Herkes şiir yazabilir... Fakat herkes kitap haline getirip raflara koyma cesaretini gösteremez... Kendi şiirlerini günah gibi saklayan adam, nasıl başkasının şiir kitabını para verip okusun? &&& Mutfak masasının üzerinde duran kitabın bir yerinde yazar; “ Acı çekmeden değişim olmaz” demiş... Kimi; aç karınla felsefe yapılmayacağını, kimi; tok karınla şiir yazılamayacağını orta yaşlı adamlarda skorun önemli olmadığını savu

Hiddink’e verilen paraya yazık

Resim
Vay be! Maçtan sonra gazeteler acayip şişir olayı diye düşündüm; Hürriyet Arda’nın fotoğrafını koymuş, başlığı patlatmış; “ Sen Tanrı’nın bir lütfusun !” Sanki Brezilya ’yı son dakika golü ile yendik... Tel tel döküldü milli takım... Keyif vermedi! Hakemler de devreye girince saçma sapan, yavan bir doksan dakika izledik... Arda golü atınca koltuğumuzdan fırladık belki ama bizi uzatmalarda gelen bu gole sevindirenler utansın... &&& Bir mucize olur da oynadığımız bu futbolla 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası’na gidersek ve milli takımın başında Oğuz Çetin , Hiddink ikilisi olursa puan alamadan elimizi kolumuzu sallaya sallaya geri döneriz... &&& Verilen paraya yazık denir ya, Hiddink ’e verilen paraya gerçekten yazık... Adamın ülke futbolundan haberi bile yok... Şu yabancı hayranlığından ne zaman kurtulacağız bilmem! Milli Takım dünya üçüncüsü olduğunda başında kim vardı? Şenol Güneş ... Avrupa üçüncüsü olduğunda? Fatih Terim ...

Olmuş gibi yaparız...

Resim
Öyle saçma sapan bir laf var; gidene “kal” denmez! Gidene “kal” diyemeyiz ki biz zaten,  sıktıramayız... Arkasından bakarız... “ Güle güle” bile diyemeyiz... Susarız... Önümüze bakarız... Susar, önümüze bakar... Tekrar susar bir gün önümüze bakarken... Bakarız işte! Sığır gibi gidenin arkasından bakarız... Ağzımızı açıp tek kelime söyleyemeyiz... İçinde “gurur” geçen bir sürü cümle kurabiliriz... Gururun tanımını yapamayız belki ama yeri geldiğinde; kendimizce, anlamını çıkarabildiğimiz kadarıyla gururun daniskasını yaparız... Gurun kendisi olamasak bile gölgesi oluruz! Onu da olamayız ya, olmuş gibi yaparız... Zaten hep öyle yapmıyor muyuz? Sevmiş gibi , sever gibi , ilgilenir gibi , umurumuzdaymış gibi sanki o olmazsa nefes alamayacakmış gibi , sevişir gibi , mutluymuşuz gibi ... &&& “Kal” demek külfetlidir... Yürek ister! Herkes beceremez... Yerinde; ben buradayım, arkandayım manası taşır, sorumluluk, sahiplenmek gerektirir... Gitmek mi zor, kalmak mı geyiğine getiri