Kısa kolla hırka arasında bir gün

Ne yapacağını bilmemenin verdiği çaresizlikle, sırf vakit geçsin diye, ilk gördüğüm lokantaya atıyorum kendimi… ‘ Lokanta’ dediysem dört masalı küçücük bir yer… İçeride çorba kaşıklayan ben yaşlarda bir arkadaş var… Tiyatrocuydu bu adam, meteliksiz gezerdi… Kitaplarla arası iyiydi... Gitar çalar, şarkı söylerdi sağda solda. Masanın bir köşesinde, hemen tuzlukla peçeteliğin yanında yine kitaplar var. Adı neydi? Zoraki gülümsüyor beni görünce, ağzı dolu dolu selam veriyor… Başımı sallıyorum… Kesin o da beni nereden tanıdığını düşünüyor… Ne kirli bir yer burası… Muşambanın üzeri yapış yapış… Sigaradan bıyıkları sararmış lokantacı, içinde soğan ve biber olan, bilmem kaç senelik melamin tabağı önüme bırakıyor… Bakışıyoruz bir süre… Onun sorası, benim konuşasım yok! Öğrencilik yıllarım geliyorum aklıma… Aslında karnım da aç değil! "Az kuru fasulye, az pilav… Ayran.” Arkasını dönüp giden lokantacının topukları yenmiş ayakkabılarına takılıyor gözlerim… Borcu mu var bu ad...