Cumbalı bir evin kuytusuna...


Sıcak.
Aynı yokuşu tırmanıyorum, Selimiye Camii solumda kalıyor…
Aynı et lokantası, üç veya dört sene evvel; kasketli bir adamla karşılıklı aynı masaya tesadüf etmiş, köfteleri beklerken sohbete başlamış, tatlı gelene kadar!
Tatlıyla aram yok, yedim miydi acaba o gün?
Yemeğin sonuna kadar, adamın, en büyük aşkının hikâyesini dinlemiştim…
Şu havuzlu parkta da oturmuş, yaşlı garsona bir hayat hikâyesi uydurup, anlatmıştım… Emekli olduktan sonra ihtiyaçtan çalışmak zorunda kalan dürüst bir adamın yaşadıklarıydı…
Farklı dönemlerde kaleme alsam da parkta oturduğum gün ve kasketli adamla köfte yediğim gün, aynı gündü.
Şehir belirtmemiştim.
Yaşlı garson, gri önlüğü ile orada işte.
Yanına gitsem, baba; “ sana bir hayat hikâyesi uydurdum, insanlar çok beğendi” desem…(!)
Çayı güzeldi buranın, öyle aklımda kalmış.
Asmaların altında oturmaya yer yok, iyi mi?
Havuzun fıskiyeleri de çalışmıyor zaten!
Gugukçuklar da kayıp…

O gün arayıp bulamadığım, olmayan, küçük çay ocağının önüne atılmış, ahşap taburelerden birine soluklanmak için oturuyorum, gecenin zor vakti, alaca karanlık…
Yanımda iki kişi tavla oynuyor.
Orta yaşlı bir adam Sait Faik okuyor…
Gençten bir arkadaşın elinde de Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sı var.
Sabahattin Ali yaşasaydı! Kitabını çok satanlar rafının ilk sırasında görseydi… Ben gördüm, iç geçirdim…
Ne sevinirdi, kim bilir?
Ne derdi acaba?
Ne yazardı? Ne yazardı…
Önce bir cazırtı geliyor, ardından Edith Piaf’ın sesi doluyor sokağa Non, je ne regrette rien…
İnce belli bardaklarda çaylar geliyor, bir fayton geçiyor arnavutkaldırımı sokaktan, topuk tıkırtıları uçuruyor güvercinleri…
Elinde sigarasıyla, saçı sakalı birbirine karışmış, yaşlı bir adam dönüyor köşeyi, sallanıyor yürürken… Sövüyor sanki!
Akasya ağacının altına gelince duruyor, bize bakıyor bir süre, derin bir nefes çalıyor hayattan ve şiir okumaya başlıyor, dökülür gibi, paldır küldür öyle…
Sesi; çatallı.
Şiir; yüreği dalgalı deniz, şair adamın, senin sevdiğin bir şiiri olsun!
Şaşkın dinliyoruz…
Yağmur başlıyor sonra ansızın…
Cumbalı bir evin kuytusuna atıyorum kendimi, “ işte çil çil koşuşan balıklar, lapianalar, gümüşler, eylim eylim salınan yosunlar…”






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uludağ Doğal Madensuyu'nun 100 Yıllık Hikayesi

Eşeklerin gözleri güzeldir!

Birini tanıdım...