Su gibi, inci gibidir yazı…
“ Usta’dan bir
başyapıt!”
Usta!
Bir insana kaç
kişi “usta” derse usta olur?
Ölçüsü nedir?
Yazar, yazan
yokluğu da yok üstelik…O zaman bu adam niye…?
Niyeyse niye...
Anlamadığımızı
sevmeyi, övmeyi marifet sayıyoruz… Yermeye, eleştirmeye kalksan, okurları,
okuru olduğunu iddia edenler ve de şakşakçıları “senin aklın ermez” deyip
çıkacaklar işin içinden ve güya anladıkları için böbürlenecekler…
Elli sayfa
okudum, inatla hem de, açlıkla…
Aklımda ne
kaldığını sorun bakalım…
Hiç!
Hiç bir şey…
E o zaman
neden okudum?
Meraktan…
Yıllar önce kendini
mühim sanan bir adamın koltuğunun altında görmüştüm o yazarın kitaplarını o
nasıl kasıla yürüyüştü öyle…
Hatırımda
kalmış…
Adam; “ benim
gözümde ilkokul öğrencisisin” demişti…
“Ulan sen
kimsin ?!” diyememiştim.
Neden?
Bilmem!
Bulaşmak istememişimdir… Ciddiye almamış olabilirim… Korktum mu acaba?
Neyinden
korkacağım yahu… Ufarak bir adamdı, gözleri de iyi görmüyordu üstelik!
O da yazardı!
O zaman adamın
yazdıklarını, anlattıklarını kıskanıyor olmayayım sakın?
Bak o olabilir
işte!
İki şeyi
kıskanırım;
Güzel yazıyı ve yanımdakinin oltasına vuran büyük balığı…
Güzel yazıyı ve yanımdakinin oltasına vuran büyük balığı…
Hadi ikincisi
neyse…
İki adam
buluşup balığa gidersiniz, oltaları atarsınız denize, gözleriniz kamışlarda
oradan buradan olmadık sohbetler edersiniz, geçmiş balık maceralarını, geçmişte
balığa gittiğiniz arkadaşlarınızı anar aralarında bu dünyadan göçmüşler varsa hüzünlenir… Lafın
burasında Kung fu Hikmet’i, Hamarat Muzaffer’i ve Kemal ağabeyi, adı hatırıma
gelmeyen Orhan Amca ile birlikte işkine ve iskorpit yakaladığımız öğretmen
emeklisini, “yazlıkta bekçiyim” deyip öldüğünde fabrikatör olduğunu öğrendiğim
Zeki ağabeyi rahmetle anıyorum…
Oltaya balık
vurunca, andan gerçeklikten ve her şeyden uzaklaşır, olta boşsa; üzülür,
doluysa; biraz da yanınızda oturan adama nispet yaparcasına çekerseniz, hele
bir de yakaladığınız derya kuzusu büyükse…
O duygu var ya
o duygu tadından yenmez… Oturuşunuz, kalkışınız, havanız, konuşmanız değişir…
Tam tersi
olduğunda içten içe kopar kıyamet…
Elin oğlu iki
okkalık balığı çeker, kovaya atar…
Sorgulamaya
başlarsınız…
Misina aynı.
Yem aynı!
Deniz aynı!
Olta aynı!
Arkadaş üstelik
neredeyse omuz omuza oturuyorsunuz…
Hem sizin
dünyanın parasını verdiğiniz kamış ve makine onunkine on basar…
Fakat balığı o
yakalar!
Kumar
oynasanız işin felsefesi, kulpu var;
“ Kumarda kaybeden aşkta kazanır”
Peh peh peh…
Balıkta
kaybeden?
Açıklaması
yoktur işin…
“Kader”
dersiniz, “kısmet” dersiniz, faturayı hayata, kör talihe kesersiniz…
Adamın yazdığı
güzelse durum vahimdir!
Önce neden ben
o gözle bakamıyorum’a neden göremiyorum’a neden anlatamıyorum’a takılırsınız…
Kelimeleri,
cümleleri mercek altına alır bir kusur olsun istersiniz fakat nafile…
Su gibi, inci
gibidir yazı…
Anlarsınız ki;
adamın kültürel alt yapısı, birikimi sizden iyi, cebinde biriktirdiği kelime
sayısı sizden çoktur…
Vaziyeti
kabullenmek de işinize gelmez…
Daha çok
okursunuz, daha çok yazarsınız amma aradaki farkı kapatamaz anlamadığınız yermeyi,
eleştirmeyi marifet sayarsınız!
Yarın elli
sayfa daha okuyacağım, du bakali belki anlarım…
Yorumlar
Yorum Gönder