Hal Çaresi


Aslında anlatılacak şeyler değil yazacaklarım…
Gel, geç bir hal!
Nedenini sizlerle paylaşmayacağım ama uzun zamandır bu kadar çaresiz hissetmemiştim.
Telefonu kapattım, yol kenarındaki kafeteryaya sürüklendim, yağmura rağmen dışarıya sigara içenlere çıkarılmış masalardan birine çöktüm.
Böyle zamanlarda biriyle konuşmak istiyor insan, anlatsın, paylaşsın istiyor, anlattığı çare bulsun istiyor.
Arayacak kimse yok!
Çünkü olayın çözümü yok.
Saçlarını atkuyruğu yapmış bayan garson gelip elindeki çayı önüme bırakıyor, şekerleri atıp karıştırıyorum.
Hayır, önce çaydan kocaman bir yudum alıyorum sonra şekerleri atıp karıştırıyorum…
Kapısı, penceresi olmayan nedense duvarlarının beyaz olduğunu düşündüğüm bir odanın ortasında çırılçıplak oturuyormuşum gibi geliyor…
Dünya dönmeyi bırakmış, kuşlar susmuş, şarkılar ölmüş…
Avutuyorum kendimi;
“ Şimdi de bunları yaşamam lazım!”
“ Şimdi de bunları yaşamam lazım!”
“ Şimdi de bunları yaşamam lazım!”
“ Şimdi de…”
Sanki binlerce defa aynı cümleyi yüksek sesle tekrar edersem düzelecek her şey…
Çok kötü zamanlarda; yaşadıklarımın, başıma gelenlerin film olduğunu düşünürüm…
Film icabı yani, şakadan!
Sinemadayım, entrikası, yalanı bol bir aldatmacayı izliyorum…
Işıklar yanacak, film bitecek, sinema salonundan diğerleri ile birlikte ben de çıkacağım, belki gözlerim nemli olacak ve hayatıma geri döneceğim…

Bir keresinde böyle düşünürken ölüyordum!
Gecenin bir yarısı mutfak masasında kahkahayı patlattım.
Hakikaten ölüyordum!
İnsan kendine bunu nasıl yapar?
Nasıl olur da gerçeklikten bu kadar uzaklaşır?

Islandığımı hissettiğim anda iç sesim devreye giriyor ( var öyle bir ses!)
“ Boş veeerr!”
“ Takma!”
“ Elinden bir şey gelmez!”
“ Koy Cd’ye bir oyun havası, sesi de aç… Üç tane de bira al!”
Sese bak!
“ İki üç günlüğüne kaç bir yerlere, şöyle deniz kenarı olsun, kafanı dinle… Telefonu kapat!”

Duruma alışmak gibi görünse de, dinlerken ferahlıyor insan!
Aslı; kendini avutuyor…

Beyaz duvarlı odadan, yeşil, çiçeği bol bir bahçeye çıkıyorum…
Köşede, içinde rengârenk balıklar olan süs havuzu… Asma altına atılmış masada oturuyorum…
Yüzümü okşar gibi hafif bir rüzgâr esiyor…
Mevsimlerden; bahar.
Tam karşımda açmış kocaman bir akasya ağacı var, terk edilmiş evin bacasına leylekler yuva yapmış…
Serçe sesleri, erguvan kokuları, çilek ( çilek mi), masanın altına kıvrılmış yatan beyaz kedi…
Fonda; Dört Beygir! ( çift tokmak)
Davul zurna çalarsa tadından yenmez…
Yenmez zaten, içilir!



Üçüncü şişe bitiyor!
Ne diyordum azizim? Şimdi de bunları yaşamak lazım.
Ayat! Çok kısa beya!




 http://www.youtube.com/watch?v=huSqq_qtA1M



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uludağ Doğal Madensuyu'nun 100 Yıllık Hikayesi

Eşeklerin gözleri güzeldir!

Birini tanıdım...