Meşe palamutlarını sakladığım yer


Çıplak ayaklarımla bastığım çimenler, gece boyunca gök gürültüleri ve şimşekler eşliğinde yağan yağmuru anımsatıyor…
Gecenin bir yarısı kalkarsınız, yatak odasının penceresinden perdeyi aralayıp dışarıya bakarsınız…
Aklınız saate kayar, sabaha daha çok vardır… İç huzuruyla yorganı başınızın üzerine çeker, gök gürültüsünden, şimşeklerden korktuğunuz çocukluk günlerinize döner, cama vuran yağmur damlalarını ve rüzgârın sesini dinlerken uyuya kalırsınız…
Veya kötü bir güne uyanacağınızı bilirsiniz, zaman geçmesin, saat dursun yıllarca o huzur dolu yorganın altında kalıp orada, öylece, can vermek istersiniz…
Oltam elimde dereye inen patikada yürüyorum…
Bulutlar nazar boncuğu, güneş göz kamaştırıyor… Uzun, sıkıcı geçen kış aylarına inat ısıtıyor da üstelik papatyalar, gelincikler, yeni sürülmüş tarlada sabah kahvaltısını arayan bir başına leylek…
Tüyleri siyah, küçük bir köpek dolaşıyor bacağıma… İki ineği önüne katmış, çıkını omzunda kasketli bir adamla selamlaşıyoruz;
“ Balığa mı?”
“ Evet.”
“ Akşamüzeri ben de geleceğim… Solucanın var mı?”
“ Var.”
“ Şu derenin üzerine devrilmiş, kuru ağacı görüyor musun?  Oraya at… Rasgelesin…”
Bu hasır şapkayı bir arkadaşa ısmarlamıştım… Kutsal bir emanet gibi takıyorum, laf aramızda iyi de hissediyorum!
Hasır şapkasız balıkçı mı olurmuş?
Köy bakkalından bir ekmeğin içine peynir ve salam dilimlettim, ah bir de mevsiminde domates olacaktı, yanına acı biber…
Ayaklarım, bileğe kadar çamur!
Erik rengi derenin kıyısına oturuyor, sırtımı bir söğüt ağacına yaslıyorum…
Sessizlik, huzur, boş vermişlik, keyif, an!
Kavanozun içinden bir solucan seçip oltaya takıyor, suyun üzerinde kaymaya başlayan kırmızı şamandırayı izliyorum…
Olta var, kırmızı şamandıra var, güneş var, mavi bulutlar var, ben varım!

Balık yakalamak için mi?
Kırmızı şamandıranın gerçeklikten uzaklaştıran etkisi yüzünden mi geliyorum buraya?
Meşe palamutlarını sakladığım yer, bu dere kenarı mı?

Şu yanımdan geçen kasketli adam olsaydım ve oturduğum yerden kalp atışları, nefesi kulağıma kadar gelen köyde, hamamlığı içinde, helâsı dışarıda, kerpiçten, iki odalı, sundurmalı, kuzineli mutfağı, bahçesinde meyve ağaçları olan evde yaşasaydım!

Sabahları erken kalkıp hayvanları suya götürmek, akşama kadar otlatmak, tarlada çalışmak, kış aylarında sobanın arkasında uyumak, kahvede vakit geçirmek, haftada bir defa şehre, pazara inip kümesten topladığım yumurtaları satmak ve elime geçen parayla öteberi almak gibi uğraşlarım olsaydı!


Hafifçe oynuyor şamandıra, akıntının tersine sürüklenmeye başlıyor, suyun içinde kaybolduğu anda yüreğim ağzımda çekiyorum oltayı…
Boş!
Gülüyor, bir tatlı su kaplumbağası ile göz göze geliyorum…




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uludağ Doğal Madensuyu'nun 100 Yıllık Hikayesi

Eşeklerin gözleri güzeldir!

Birini tanıdım...