Yaşa da öyle git…
O kısacık…
Odanın sarı ışığı yanıp, bir el perdeyi çekene, göz açıp kapatıncaya kadar
geçen zamanda gördüm yaşlı teyzeyi…
Yatağı
pencerenin kenarında, güllü yorganı göbeğine kadar, beyaz tülbendinin uçlarını
yılların alışkanlığı ile başının üstünde düğümlemiş, sokağı, geleni geçeni,
yorgun, fersiz, sisli gözlerle izliyormuş meğer!
Kaç yaşında?
Sabahtan
akşama ne düşünür?
Kimleri
hatırlar da iç geçirir bilmem!
Rüzgâra
karışan odun ve balık kokusunu, ahşap evlerin sokağa bakan bacalarından tüten
süt rengi dumanı, dar sokaklarda sebepsiz ve telaşsız yürümeyi, peynir
tenekelerinden yapılmış çöp kutularını, duvara sırtını vermiş kambur çalı
süpürgelerini…
İnsan neyi özlediğini,
özleyebildiğini bile unutuyor, görene anımsayana kadar!
Limanı, kumsalı
döven beyaz köpüklü dalgaları, balıkçı teknelerini, denize kavuşamadan biten ve
nedenini sorgulamadan kabullenmiş, mutlu dereye ve hatta martılara yüksekten
bakan ve bir o kadar alçak gönüllü, köhne lokantanın sundurmasına, nemli
minderlere oturdum sonra…
Temiz havayı
içime çektim…
Dinledim…
Cahit Sıtkı’nın;
Yaş Otuz Beş şiirine sarıyorum, nereden ve neden aklıma geldiyse!
Radyoda Leman
Sam söylüyor oysa “ Hey yıllar yenilmedim size umutlarım bile aynı!”
“ Yaş otuz
beş, yolun yarısı eder…”
Hesap doğruysa
diye başlayan bir cümle kuruyorum içimden…S..tir ediyorum kurduğum cümleyi,
aklımın yellerinden…
Bir şişe daha
söylüyorum garsona…
Can Baba
yetişiyor imdadıma ; “ Boş ver yaşı başı… Aşk var mı Aşk, sen ondan haber ver”
Yarın, sarı
bir kaşkol alayım diyorum!
Yorumlar
Yorum Gönder