Mahalle olarak kalabilseydik


Çocukken mahalle savaşları yapardık... Bildiğiniz taşla, kafa, göz yarmacasına...
Kafamız yarılana kadar sözde düşmanımızın ne hissettiğini bilmezdik!
Başına taşı yiyen önce şaşkın gözlerle etrafa bakar sonra elini başına götürür, kanı görünce avazı çıktığı kadar bağırarak koşa koşa evinin yolunu tutardı...
Tentürdiyotlar, gazlı bezler, dikişler...
Tembihler!

Bazen mahalle maçları sonrası çıkardı mahalle savaşları... Kaybeden yenilgiyi kaldıramaz bir bahane bulup saldırırdı...
“ Penaltı vardı oğlum orada!”
“ Kaleciye faul yaptınız!”
“ Şu uzun boylu sarışın çocuk sizin mahalleden değil arkadaş, ilk defa görüyoruz... Hükmen mağlupsunuz!”
“ Hani büyükler oynamayacaktı?”

Büyüklerin her oyuna dâhil olduğunu öğrenmemize daha yıllar vardı!

Kız meselesi yüzünden birbirimize girdiğimiz de olurdu...
“ Aşağı mahalleden Murat bizim Ayşe’ye asılmış!”
“ Bak şerefsize, sahipsiz mi sanmış kızı?”
Mahallenin kızına yan gözle bakılmadığı gibi başkasına da baktırılmazdı!
Belki bakardık da içimizde tutar, dillendirmezdik, diyelim!
Pusu kurar, okul çıkışı çocuğun ağzını burnunu kırar, kaçardık... Bir iki gün sonra bir de duyardık ki; bizim arkadaşlardan birini fena benzetmişler!
Haydi, tekrar intikam!
Olayı büyüklere intikal ettirmek, işin içine “anne, babaları” sokmak ayıp sayılırdı!
Savaş meydanına babası gelen çocuk ne kadar cesur olursa olsun gözden düşer, zamanla dışlanırdı!
Dışlanmak; mahalle takımına dâhil edilmemek, oyunlara çağrılmamak ana kuzuluğu gibi manalara gelirdi...
Bizim mahallenin çocuğunu kollar, kollanırdık!

Zaman, bireyselliği getirdi...
Mahalle kavgaları bitti yerini kişisel çekişmeler aldı...
Mesele yumruklarla çözülür, gücü yeten diğerini döverdi. İki taraf arkadaşımız olunca karışmaz, ayırmaya niyetlenmezdik...
Bir süre sonra tatlıya bağlanırdı her şey, öpüşülür, barışılır, unutulurdu, kin güdülmezdi!
Unutulmayan tek şey; hırsızlıktı!

Çalışmaya başlayınca, asıl kavganın kansız, yumruksuz yapıldığını gördük...
Hayatımıza; dedikodu, entrika, yalakalık, kuyu kazma, adam kayırma, birilerinin adamı olma, yalan gibi kavramlar girdi...
Yüze gülüp arkadan hançerleyenleri öğrendiğimiz zaman evimiz koşarak gidilmeyecek kadar uzaktaydı üstelik!

Zamanla, yüze gülenlere, eli hançerlilere, stratejik kötülere ve birilerinin adamlarına alıştık...
Normaldi böyle şeyler...
İş hayatında olabiliyordu...
Hem biz ne yapabilirdik ki?
Böyle gelmiş böyle gidiyordu, bize dokunmayan yılan bin yaşasın, yerinde yılanın dostluğu da lazımdı!
Gerekirse çıkarlar için şeytanla bile anlaşma imzalanabilirdi...

&&&

Geçtiğimiz günlerde Suriye uçağımızı düşürdü...
Mahalle olarak kalabilseydik, normal karşılamasaydık her şeyi, durabilseydik, gösterdiğimiz tepki böyle mi olurdu? 

Yorumlar

  1. Bir kaç gün önce 16-17 yaşındaki kızlar Taksim'de eylem yapmışlar. Justin Bieber'ın Türkiye'ye gelmesini istiyorlarmış. Biebercılar takmışlar adını. Ne diyeyim ki şimdi ben. Bu ülke bu çocuklara sahip çıkmadı çıkmayacak. İkisi de pırıl pırıl. Biri astronot üstelik. Bizim çocuklarımız. Alın terimizle büyüttük, yetiştirdik. Vatana hizmet etsinler istedik.Soyumuz ağlamamıştır şehitlere. Ayıp saymışlardır şehitlere ağlamayı. Şimdi utançtan ağlıyoruz hep birlikte. KUZEY

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İş öyle bir noktaya geliyor ki; insan kime üzülsün, kime ağlasın, kime dövünsün bilemiyor... Selamlar teşekkürler...

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uludağ Doğal Madensuyu'nun 100 Yıllık Hikayesi

Eşeklerin gözleri güzeldir!

Birini tanıdım...