İnsanlar evlerin ruhu

Dijital göstergesi yirmi iki dereceyi işaret eden aracı, toprak yolun kenarında yeşermeye başlamış, buğday ekili olduğunu tahmin ettiğim mendil büyüklüğünde tarlanın köşesine bırakıyorum...


Üzerimde soğuk, çetin ve bıktırıcı geçen kış günlerinde inat, siyah kısa kollu tişörtüm var...

Sessiz... Uzakta bahçelerde çalışan insan siluetleri, mendil büyüklüğünde tarlanın bitiminde yıkılmak üzere olan yorgun briket duvar, duvarın ötesinde; öğrencilerini yıllar önce şehirlere kaptırmış, kâra tahtası ağarmış, avurtları çökmüş, cıvıltısını kaybetmiş hüzünlü köy okulu var...

Değişmeyen tek şey; tuvalete uyandığım şansız gecelerde yanlarından korkudan titreyerek ve mümkün olduğu kadar acele ederek geçtiğim çam ağaçları... Ve sahi; eskiden tahta çitlerin çevrelediği, iki menteşeli ahşap kapısından evdekilere seslenerek girildiği avlunun içerisinde kalan, kapakları ve çıkrığı neredeyse çürümüş, dipli kuyu...

Dejavug gibi... Daha önce de annemlerin köy komşuları “ sizin eve hırsız girdi” telefonu açmış “ sabaha kadar uyuyamadım” diyen annemi, doğup, büyüdüğü, her seferinde bana daha küçülmüş gelen, anneannem ve dedemi kaybettikten sonra uzun sayılabilecek yıllardır kimsenin yaşamadığı bu çökmek üzere olan eve getirmiştim!

Eflatun rengi, eskilerin zümbül(!) dediği, kokularıyla neredeyse baş döndüren, birazını topladığım şu an bir su bardağının içinde masamı süsleyen çiçekler olmasa, güzel namına anlatılacak hiçbir şey yok!



&&&



Cesur, çalma hırsının veya çaresizliğin verdiği gözü karalıkla buzdolabını sırtlanmış götürürken, köy korucusunu görünce tabanları yağlayıp kaçan, kimliği belli hırsızın, motorunu evvelden kaybetmiş ganimeti, kanadı kırılmış beyaz güvercin misali bahçenin orta yerinde...

Önceden yapakların yıkandığı, kabak çekirdeklerinin kurutulduğu, çıplak ayaklarımızla oyunlar oynadığımız beton zemini, tabaka tabaka üzerini kaplayan kurumuş ve çürümüş yapraklardan görmek mümkün değil!



Mutfağın kapısı bizi ve yoldan geçenleri buyur edercesine, ardına kadar açık...

Emektar ekmekli soba, ne olması gereken yerde ne de, avlunun başka bir yerinde...

Kurum yüklü soba boruları dört bir yana saçılmış, iç içe konmuş bakır sini, tencere, tava telaşla; dört merdivenle çıkılan, kapıları mavi üç odaya açılan sundurma da unutulmuş...



&&&



Anneannem ve dedemin uyuduğu, bir zamanların yatak odasının kapısını, kocaman siyah bir anahtarla açıyor teyzem...

İnanmaz gözlerle bakan, evi sahiplenmiş arsız fare ile iki saniyeliğine göz göze geliyoruz...

Kerpiç duvarların bir kısmı yıkılmış... Kapının karşısındaki karyola yılların alışkanlığı ile olduğu gibi duruyor... Sol tarafta; gündüz uykularına yattığım, bir zamanlar dantelli örtülerin, kanaviçeli yastıkların süslediği sedir...



Yıllarca taşıdığı siyah beyaz televizyonun nereye gittiğini sorgulayan, bir ayağı topal, tekaüt, muşamba kaplı masa...



Köpek leşi gibi kokuyor oda! Nefesimi tutup kendimi dışarıya atıyorum...



İkinci oda daha çok şimdinin salonları gibi kullanılır, çocukken girmemize pek izin verilmez, bayramlarda kapısı açılır, yatılı misafirler burada ağırlanır, kış aylarıysa ortada duran kovalı soba yakılırdı...



Odanın davetsiz konuklar tarafından başka amaçlar için kullanıldığını; bira kutularından, şiltenin kenarına konmuş, sırtını duvara yaslayıp oturan kırmızı ruj süren bir bayanın içip belini kırdığı sigara izmaritlerini saklamaya çalışırken... Gördüklerinin yanaklarının al al olmasına sebep olmuş kül tablasından, kullanılmış peçetelerden ve ucuz parfüm kokusundan anlıyor, bizimkiler ilk odadayken durumu uyanıp, üzülmesinler diye rujlu izmaritleri ve peçeteleri, yasak aşkın günahkâr emarelerini cebime saklıyorum!



Üçüncü mavi kapılı, kocaman siyah anahtarla açılan oda bir nevi kiler bir nevi de yüklüktü!

Hanenin tüm yorgan döşeği, anneannemin olduğunu tahmin ettiğim eski çeyiz sandığının üzerine üst üste sıralanır... Kışlık yufka, tarhana ve bayramlarda, bakır siniler içinde yapılan, üzeri gazete sayfaları ile örtülmüş baklava burada muhafaza edilirdi...

Sızması en zor ve bir o kadar da keyifli benim en sevdiğim ve kilitli kaldığım odaydı!

Canım sıkıldığı zamanlarda bu odanın köşesinde yer alan hamamlığın içine saklanır, artık kullanılmayan kol çantasının muhafaza ettiği siyah, beyaz fotoğraflarda, yaşlı olarak nitelendirdiğim veya yıllar önce kaybettiğimiz akrabaların gençlik hallerinde kaybolurdum...



&&&

İnsanlar evlerin ruhu belki de...

Ruhlar gidince... Evler ölüyor!

Geriye ne çaldığının farkında olmayan zavallı hırsızlar kalıyor...



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uludağ Doğal Madensuyu'nun 100 Yıllık Hikayesi

Eşeklerin gözleri güzeldir!

Birini tanıdım...