Bot nöbeti

Akşam, giriş kapsının önüne serdiğim gazete sayfalarının üzerinde siyah spor ayakkabılarımı boyarken, Manisa Kırkağaç’ta 6. Bölüğün merdivenlerine oturup, girişi aydınlatan, neden bilmem kırmızıya boyanmış ampulün solgun ışığında, postallarımı parlattığım dönemler geldi aklıma...


Eski konuşulurken söylendiği gibi; ne günlerdi!



Onca sürünmenin, ördek yürüyüşünün, karınca dansının, silahlı ve silahsız hareketlerin üzerine her gece tuvalette itiş kakış sakal tıraşı olmak, postal boyamak ne zor gelirdi...



Küçük demlikler içinde alıp, plastik bardaklardan ( bardaklar cam mıydı yoksa) içilen çayın ve yapılan sohbetin keyfine doyum olmaz... ‘Kadro’ dediğimiz bizden eski askerler başımıza dikilip; “ yatın artık torunlar!” diyene kadar da başımızı yastığa koymazdık...

Sabaha karşı üçte kaldırılıp gün aydınlanmadan mıntıka temizliği yapacağımızı bile bile direnirdik uykuya...

Gözlerimiz kapalı uyuyormuş gibi görünüp hayal kurardık...

Uyuduğum ranzanın alt katı bir kadro askere aitti... Spil Fm’e ayarlı pilli bir radyosu vardı, gece açar, yasak olmasına rağmen eski olmanın kendine verdiği güvenle koğuşta sigara içerdi... Biz acemilerin de canı çeker korkudan adamı ne şikâyet edebilir, ne de bir tane de biz tüttürebilirdik...

Ege’nin yıldızının parladığı günlerdi... En çok “yaz aşkım” adlı şarkı istenir , “yaz” ve “aşk” kelimeleri yan yana çok uzak iklimlermiş gibi gelirdi...

Yeşim Salkım’ın Deli Mavi’si...

Asya’nın Yoksun Sen’i...

Tam dalmışken biri dürter bot nöbetine uyandırırdı!

Düşman askerleri veya teröristler postalları çalmasın diye acemi askerlerin tuttuğu nöbet!

Millet uyurken, karanlık koğuşta bir saat boyunca dikilir, altmış dakika azap çeker, zamanı nasıl harcayacağımı bilemez, botların neden çalınacağını anlamaya çalışırdım...

Bir sabah, 42 numara, geceden boyadığım gıcır gıcır botlarımın yerinde yeller estiğini görünce aydım!

İki dakika süren şaşkınlığın ardından plansız programsız, kendiliğinden, sonrasını düşünmeden ve hatta içgüdüsel bir şekilde, uyanmaya çalışan bir arkadaşın 43 numara botlarını ayağıma geçiriverdim...

Sonra o da başkasının botunu...

Başkası bir başkasının botunu...

Zincirleme reaksiyon...

Ve koğuşun en çaresizinin çığlığı; “komutanım botlarım yok!”

“ Nerde oğlum botların?”

“ Yatarken ranzanın altına koymuştum... Çalınmış!”

“ Askerde çalma olur mu len? Yer değiştirmiştir!”



Zincirin günah işlemeye mecbur kalmış halkaları olarak mırıltılarımızla onaylardık söyleneni ; “ evet evet çalınmamıştır, kesinlikle yer değiştirmiştir!” : )

Yorumlar

  1. Anlaşıldı...her yazınıza yorum yapmak gibi bir misyon edineceğim. Çünkü yazılar bildik ama gerçekten keyifli yazılar :)

    sadede gelirsem;
    Canım memleketim eşsiz güzelliklere sahip.7sinden 77sine, en alt kültüründen en üsttekine kadar yer değiştirmelerin yaşandığı, kitabına uydurulduğu memleket.Ne güzel.
    Çok şükür bizde hırsızlık yok. Çok şükür, çok şükür...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uludağ Doğal Madensuyu'nun 100 Yıllık Hikayesi

Eşeklerin gözleri güzeldir!

Birini tanıdım...