Bizim Bahçe


Griye boyanmış, emekli kamyon jantlarından yapılma soba ile göz temasındayım...
Utangaç biraz!
Kapağı açıldığında sanki bir şey söyleyecek de neden bilmem vazgeçiyormuş gibi!
İnadına nazlı yağıyor kar Edirne’ye...
Rüzgâr yok, ses yok, çıt yok!
Kuytusuna sığındığım kahvaltı salonunun garantisinde, cama neredeyse burnumu dayamış, ekmek kırıntılarını gagalayan serçeleri izliyorum...
Gece burada kalayım diye geçiriyorum içimden...
Akşam da ya Kime Ne’ye, ya Zindan Altı’na olmadı Asmaaltı Ocakbaşı’na giderim...
Ya kar dinmezse?
Ya bir hafta devam ederse?
Eskiden olsa yarını, öbür günü düşünmeden otelde alırdım soluğu... “ Ne kadar kalacaksınız?” diye soran resepsiyon görevlisine “kısmet” derdim gevrek gevrek...
Bir şişe Yakut’u gazete kâğıdına sardırır sıkıştırırdım koltuğumun altına, oldu olacak bir kangal da sucuk en baharatlısından...
Kapağı Kent Ormanı’na atardım...
Soğuk olur ya, varsın olsun... Ruhumuz donacak değil ya!
Tek başıma tadı çıkmaz, ahbap da lazım... O’nu da bulurdum...
Ben gibi adamlar bitmedi ya!

&&&

Pötikare masa örtülerini severim hem samimi gelir, hem de geçmişte kalmış bir şeyleri anımsatır bana... Yaşanmış, tozlu yılları deşsem şimdi...
Şu serçeler...
Yıllar önce kar yolları kapattığı için gece Silivri’de kalmış, nasıl olduysa otellerde de yer bulamamıştım!
Tek gözlü katalitik sobayla ısınan bekçi kulübesinde sabahlamıştım... Bekçi, Rıza’mıydı... Bulgaristan göçmeni ağbi miydi?  
Unuttum şimdi...
Uzun da bir gece olmuştu...
O gecenin sabahında şahit olmuştum, mangal yürekli serçelerin donmuş suyu eritmek için göğüslerini buza bastırışlarına...

&&&

İki orta yaşlı hanım, genç bir çiftle karşılıklı oturmuşlar sohbet ediyorlar...
Hanımlardan biri, gözlüklü olan, garsona duyursun diye yüksek sesle; “ sobanın üzerinde kestane pişirmek vardı şimdi!” diyor...
Garson gülümseyerek;  bir dahaki gelişte yanlarında kestane getirirlerse istediklerini yapabileceklerini söylüyor...
Portakal kabuklarını da sobanın üzerine atalım demek üzereyken dilimi ısırıyorum!
Mandalina, portakal kabuklarını sobanın üzerine koyardık ya eskiden...
Nasıl güzel kokardı...

&&&

Tereyağı, kızarmış ekmeğin üzerinde eriyor, çayımdan bir yudum alıyor, bir parça beyaz peynir atıyorum ağzıma...
Portakal kabuklarının kokusu geliyor burnuma...
Emekli kamyon jantlarından yapılma sobaya sesleniyorum içimden;
“ Bir diyeceğin varsa... De!”

&&&

Kahvaltı salonunun ismi;
Bizim Bahçe
Karaağaç yolunda sağda...
Sonbaharda Edirne’de uyandığım bir pazar sabahı, tesadüfen bulmuştum burayı...
İyi ki de bulmuşum!

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uludağ Doğal Madensuyu'nun 100 Yıllık Hikayesi

Eşeklerin gözleri güzeldir!

Birini tanıdım...