Yağmurlu karanlık bir sabah


Saat sabahın altısı, yağmurla beraber adamı sonbahar yaprakları gibi savurmaya meyletmiş geçimsiz bir rüzgâr esiyor, karanlık...
Kış gerçek yüzünü göstermeye başladı, bunun arkası kar diye geçiriyorum içimden, paltomun yakalarını kaldırıyorum...
Belediyeye kızdık, eleştirdik ama parke taşlar döşenince güzel oldu mahalle...
Kaldırımları genişlettiler, belli aralıklarla da ağaç diktiler... Çamur yok, su birikintisi yok... Daha ne olsun!
Arabanın içi soğuk... İlk denemede çalıştıramıyorum emektarı, kontağı çevirince öfkesi saman alevine benzeyen insanlar gibi şöyle bir söyleniyor ardından bir iki öksürüyor fakat çalışmıyor...
Bekliyorum, ikincide tamam.
Otoban boş... Radyo kanalları arasında geziyorum, keyif vermeyince CD’ye dönüyorum...
Rüzgâr viyadüklerden geçerken arabayı omuzlarından kavrayıp sallıyor tam kaldırıp atacakken, cayıyor...
Saray, Lüleburgaz, Kırklareli sapağında kırıyorum direksiyonu, Babaeski’yi Kırklareli’ne bağlayan yola çıkacakken köşede soğuktan hoplaya zıplaya minibüs bekleyen adamı görüyor, sağa çekiyorum...
“ Günaydın, nereye?”
“ Kırklareli’ne...”
“ Bin.”
Yüzünde kocaman bir gülümseme, telaşlı hareketlerle açıyor kapıyı... İliklerine kadar ıslanmış!

&&&

Gece bekçisiymiş bir yerde, sabah yedide mesaisi bitiyormuş... Dereköylüymüş fakat Kırklareli’nde yaşıyormuş...
Dereköy’deki evini tarif ediyor, tesadüf biliyorum! Konunun nereden oraya geldiği anımsamıyorum ama mahallelerindeki çeşmeden akan suyun böbreklere iyi geldiğini anlatıyor uzun uzun...
Dereköy’e balığa geliyoruz” deyince mevzu geçenlerde barajda yakaladığı dokuz kiloluk sazana geliyor...
100 kiloluk aynalı sazan ciddiyetiyle dinliyor bir taraftan da bu dokuz kiloluk balıklar neden benim oltalara gelmez diye hayıflanıyorum...
Sonra işiyle ilgili bir takım sorunlara geçiyoruz...
Bu arada hatırlatmak istediğim bir husus var; gittiğimiz yol hepi topu, taş çatlasa 25 km!
Ayrılırken “mutlaka beklerim” diyor. Kırk senelik arkadaşını yolcu edermiş gibi ardımdan el sallıyor...

&&&

Baharda gitsem ne olur acaba?
“ Ben yağmurlu bir günde seni yoldan almıştım” desem... Anımsar mı?
Hatırlar bence, elinden geldiğince ağırlar, yedirir içirir, ısrar edip bir gece de misafir eder...

&&&

Sanıyorum yıl 2002’ydi...Mepsle tatlı su kefali yakalamaya gelmiştik Dereköy’e, sabahlamış, günün ilk saatlerinde kapağı kahvelerden birine atmıştık...
İsmail ağbi, Orhan, Tayfun... Sürekli hararet yapan, kötü reklâm olmasın diye markasını yazmak istemediğim bir şirket arabası vardı bende... Evlere şenlikti!
Çayın közde demlendiğini görünce ağzımız açık kalmıştı...
Sıkı da bir kahvaltı yapmıştık...
Gitmeli yine Dereköy’e.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uludağ Doğal Madensuyu'nun 100 Yıllık Hikayesi

Eşeklerin gözleri güzeldir!

Birini tanıdım...