Ne güzel yahu!



Parmaklarımın ucunda hırsız tedirginliği ile merdivenlerden iniyorum, otelde çıt yok...
Kimseler uyanmamış daha... Gazeteler gelmiş, resepsiyona bırakılmış, birini alıp koltuğumun altına sıkıştırıyorum...
Kahvaltı salonu boş, televizyon açık...
Ekmek kızartma makinesini görünce gülümsüyorum...
Biraz yeşil zeytin, iki dilim domates, beyaz peynir, rafadan yumurta...
Keyif be birader...

&&&

Güvercinleri, çöp tenekesinin dibine kıvrılmış, düşünceli gözlerle etrafı izleyen sokak köpeğini... Boşaltılmış, neredeyse yıkılmak üzere olan ahşap evin yalancı kuytusunda sabahlamış sarhoşu ve aceleyle sokakları süpüren çöpçüleri, sahi bir de beni saymazsak, ortalıkta kimse yok...
Ne güzel yahu!
Bu sabah; benim ulan her yer!
Bu şehir;  o adını, hikâyesini bilmediğim, sebebini soramadığım sarhoşun... İçiyorsa; sebebi vardır muhakkak!
Bu şehir;  herkesten önce uyanan, geçim derdine, nafakasına, süpürgeyi, faraşı ekmek teknesi yapanların!  
Özgür, ürkekliğini üzerinden atmış, yaban güvercinlerinin bu şehir...

&&&

Saraçlar’dan aşağıya doğru yürümeye başlıyor, akciğerlerimin ücralarına sonbaharı çekiyorum yaprak yaprak... Püfür püfür...
Hava, hala bedava!






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Uludağ Doğal Madensuyu'nun 100 Yıllık Hikayesi

Eşeklerin gözleri güzeldir!

Birini tanıdım...